defa okundu
ABDÜLKADİR BUDAK
NEYİ
YAZIYOR?
Muhsin ŞENER
Şiir
Odası Dergisi ve Varlık’taki Bende Kalan Dizelerle her ay karşı
karşıya olduğumuz günümüz ozanlarından
Abdülkadir Budak neyi yazıyor dersiniz? Bir
ilk şiiri mi, derinliklerdeki bir şiiri mi
gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor?..Alışılmışı, yazılanı, bilineni mi... yineliyor yoksa?
Sırasıyla, Geçti
İlkyaz Denemesi, Şimdi Yaz, Gömleğim Leyla Desenli, Sevdanın Son Keremi, İmzası
Gül, Yanlış Anka Destanı, Aşk Beni
Geçer adını taşıyan altı şiir yapıtı bulunan ve Toprak Şiir
Ödülü(1982), Arıburnu ve Ceyhun Atıf Kansu Şiir ödülü(1994), Halil Kocagöz Şiir
Ödülü(1998) almış bu şiire
böyle bir noktadan yaklaşıldığında çok ilginç
sonuçlara ulaşılacağını düşünüyorum.
Budak’ın , şiir
serüvenin ta başlarında bir yeni şiir vardır; o şiir:
1. Somut bir şiirdir:
İlk üç yapıtındaki
şiirler somutluğun öne çıktığı şiirlerdir. Bu
şiirlerde ilişkilerin adları açıkça belirtilmiş; hangi varlık ya da durumdan
etkilenildiği de açıkça söylenmiştir. Betime yaslanan bir yöntemin yeğlendiği bu
ürünlerde şiirin yakalanması hep önde olmuştur.
Somut durumlar içinde şiirin derinlik kazanması hiç göz ardı edilmemiştir.
/Benim gibisin sen de/Yüreği
ayaza durmuş/ (Seçme Şiirler,s.8);
/Farkın yok değneksiz körden/ Sağa
sola çarpa çarpa/ Sürdürürsün yaşamını/ (agy,s.9); /Ne buz kesen soğuklarda/ Çatılarda
kar kürüdüm/ Buğday başağı örneği/ (agy.,s.11); /Kim çiçek bahçesine/
Dönüştürür yüreğini/ Kim paslı çivilerle/ Çürük tahtalar çakar/ (agy.,s.12); /Konsola çekidüzen verdiğim
yetmez mi ki/ Ev gitmemi istiyor, kızın solgunu bir çiçek/ Kristal kül tablasını
şuraya koy istersen/ Elini tez tut anne görücüler gelecek/
((agy.,s.14) bir sığlığa
düşülmeden gerçekleştirildiği görülen bu örneklerdeki
bir sığlığa
düşülmeden gerçekleştirildiği görülen bu örneklerdeki bir sığlığa
düşülmeden gerçekleştirildiği görülen bu örneklerdeki bir sığlığa
düşülmeden gerçekleştirildiği görülen bu örneklerdeki
Ayaza
durmuş bir yürek; sağa sola çarpa çarpa sürdürülen bir yaşam; buz kesen
soğuklarda kar kürüyen buğday başağı olmak; paslı çivilerle çakılmış çürük tahtaların oluşturduğu
bir çiçek bahçesi olmak; görücülere çıkanın sıcak telaşı..anlatımları, somutlukla
birlikte derinlik de içeren ilginç örneklerdir.
2. Ölçü ve uyağın doğal olarak oluştuğu
izlenimi veren bir şiirdir.
Budak,
bir yandan uyağı şiirin en uygun yerine koyarken
bir yandan da bu etkinliğin
kendiliğinden gerçekleştiği izleniminin altını
kalınca çiziyor.
/Bir liste çirkin
elinde/Sıra hangisinde şimdi/....../Çokluk daha yirmisinde/ (agy.s.9); /Sivas’ı bastı ayaz/Ozansın
üşüyorsun/Şimdi yaz /(agy.,s.10); /Hüznü bile gümüşten/Kaselerde
sundular/Sorumsuzluk sarhoşluğu/İçinde bir bir geçen/Günlerim doyumsuzdu/Deliksizdi
uykular/ (
agy.,s.11) örneklerinde bu durum açıkça görünüyor. Şiire
doğallığın verilmesinde bu durumun önemli bir yeri vardır.
3. Yeni, görülmemiş bir dil oluşturmuştur.
/Gömleğim Leyla
desenli/(s.14), /Nerede sularını güneşe
öptüren havuz/, /Hep Peruz’un içine yağacak karlar/(s.15), /Sen bir yanıma otur çocuklar bir
yanıma/Al atlar otlakta kişnesin yine/(s.16)
örnekleri
bu durumu gösteriyor. Çok parlak örnekleri bulunmamakla/olmamakla birlikte bu şiir dili, yeni bir dildir. İçinde eşyanın yer aldığı bir dil... Adnan Özer,ne kadar “kuramsal bilgi şiirin poetikasını belirler” gibi bir söz
söylerse söylesin ( Dize,46.sayı), görüldüğü gibi pratik bilgi, şiirin poetikasında çok daha
ağırlıklı bir yer alıyor. Şiirin ayrıntılarda saklı olduğu gerçeği
bu esasa dayanır. Budak, bunu
kullanıyor ve yeni bir dil yapılandırırken kullanıyor hem de.
Yukarıya alınan örneklerde görülmemiş bir şiir dili nerededir? /Leyla desenli gömlek/, /suyu öpülen
havuz/ ve /içe yağan kar/ söz gruplarında insanla birlikte,
insanın yapıp ettikleriyle birlikte oluşmuş bir
yaşam dile getirilmeğe çalışılmıştır. Bu yaşamın insanın ta derinlerindeki,
kökleri bu söz gruplarının
içine doldurulmuştur. Elle
tutabiliyoruz onu.
Öte yandan, yaşamın bir başka parçası bir tablo halinde son iki dizede yansıyor. Bu dizelerde betimin
egemen olması, şiirin yitmesini değil, insanla, insanca ile birlikte şiire oturmasına
neden olmuştur. Bunu önemsiyorum... Krapçenko’nun söylediği de buydu...
***
Buraya kadar
söylediklerimizden Budak’ın ilk
yazdığı şiirlerde başarılı olduğu ortaya çıkıyor.
Sonraki ve bugünkü
şiirleri için ise söyleyeceklerimiz vardır:
1. Budak bugün tema/izlek ağırlıklı bir
şiir yazıyor.
Evet ne yazık ki böyle bir şiir yazıyor... En son yazdığı şiirlerde bile tema vardır, ağırlıktadır. Onun şiirlerini taradığımda /ülke, insanlık, gençlik, genç şiir, genç şair, eski şiir, eski şair, kadın, yurt sorunları.../ gibi temaların çevresinde bir şiir kurduğunu gördüm. Bu yolla diyecekleri olduğunu, bunları söyleyerek bir şeyler vermek/ anlatmak/söylemek istediği anlaşılıyor. Bir başka deyişle onun, şiir yazmaktan bekledikleri vardır. Onun şiiri, bir şeyler açıklamak istiyor; o nedenle yazılmıştır/ yazılmaktadır.
Şiir böyle bir anlayışla yazıldığında kullanmalık bir metin olarak karşımıza
çıkıyor. Onu, örneğin bayramlarda seyranlarda, eğlencelerde falan... okur ve o
yaşadıklarımızın bir tür benzerini şiirle de yaşamak olanaklarına kavuşuruz.
Şiir bu nedenlerle işimize yarayan bir şeydir. Ya da onu, şuraya
bir yere koyarız, zamanı geldiğinde oradan alır örneğin ulusal bayramlarda okur ve
dinleyenleri heyecanlandırırız; şiir buna yarar...
Oysa bilindiği gibi şiir
böyle bir şey değildir ve hiç de olmamıştır!..
Ayrıca şiirin, öyle
herhangi bir konuyu açıklamak,okuyanlara o konuya ilişkin kimi bilgiler aktarmak ve
böylece o bilgiler doğrultusunda bir yandaş grubu oluşturmak gibi bir işlevi yoktur.
Geçmişte şiirin tabii böyle bir işlevi olmuştur. Ne ki çok eskilerde kaldı o.
Şiir uyaklı ve ölçülü sözlerden oluştuğundan bilginin iletişiminde
kullanılmıştır. Artık böyle bir işlevi yoktur/kalmamıştır. Çünkü iletişimin,
çok yeni, çok hızlı ve çok kaliteli yapılabildiği kanallar ve araçlar vardır
artık.
Şiir artık şiirliğini göstermek ve yaşatmak
zorundadır.
Şiirin bir tema çevresinde
kurulması ve bu yolla bir düşünceyi
aktarmaya çalışması kadar poetikasının kimyasını bozan başka bir yabancı madde
yoktur. Ozanların bu noktaya olan dikkatlerini çok önemsiyorum. Onların da
önemsediklerini tahmin etmiyorum,
biliyorum!.. Abdülkadir Budak’ın bu konudaki özeninin böyle bir boyut içinde bulunması, onun şiirini silip süpürmüyor.
2. Budak eskimiş bir şiiri yazıyor.
Eski duyarlıklar, eskimiş
imgeler, kullanılmış seslerle ölçü ve uyağın arandığı şiirleri
çoğunluktadır. Onu okurken bunları özümsüyorsunuz.
/Ben Fırat’ı görmedim
oysa Fırat’ı görmek/
/Ben Ağrı’yı görmedim
oysa Ağrı’yı görmek/
/Okyanusu görmedim oysa
okyanusu görmek/
/Ben ölümü görmedim oysa
ölümü görmek/
/Kabul etmek zorundayım şair
için gerekli/
/Nasıl yazabilirim akıp
giden şiiri,bir aşkın şiirini,umduğum büyük şiiri,/ Nasıl giyinirim yaşama
sevinciyle hayatın kumaşından dikilmiş elbiseyi/( agy.,s.43)
(Bu örnekteki ilk beş dizenin her birinden sonra yapıttaki metinde başka dizeler vardır.Ne ki anlatım şeması aynı olan bir düşünce işlendiği için yukarıdaki gibi alınmıştır.)
Şiir yazmanın böyle
bir gerekirliği bulunduğunu hiç bilmiyordum ve hiç de düşünmemiştim!..
Burada söylenenlerin tümünün aslı esası olduğunu sanmıyorum.
Bunlar belki hoş sözler olarak bir değer içeriyordur...Bilmiyorum? Çünkü ben
bunların hoş sözler olduğunu da düşünmüyorum!.. Bana göre bunlar boş
sözlerdir!.. Hiç gereği olan sözler değildir.
Bu şiirde yer alan duygular eski
duygulardır, eskimiş duygulardır. /Orda bir köy var uzakta/ kimyasındaki
duyarlıklardır bunlar... Dünya çoktan bu duyarlıkları
aştı!
/Şairlik bir duruştur, bir edadır,
tavırdır/Güzel şiirler yazmanın belki çok ötesinde /Buluşmadır aslolan,
duyguların örtüşmesi/Yazarın nüfus kütüğündeki
bilgilerden kime ne/ (agy.s.42)
dizelerinde ozanlık konusunda ne
düşündüğünü söylemeğe çalışıyor Budak. Bunların doğruluk yanlışlığı
bir yana ozanların salt bu dizelerde
açıklananlar gibi olmaları mümkün müdür? Mümkün
olduğunu düşünsek bile öyle olmaları yeterli midir ozan olmak için, ozanlık
için?..
Sonra, şiir bu konudaki
düşüncelerin açıklanmasına yarayacak hatta yetecek bir tür müdür ki? Şiir ile
“ozan kimdir?Nedir?..” gibi bir konuyu enine boyuna nasıl açıklayacaksınız?
Bunlar fantaziden başka
bir şey değil!..
/Lorca’nın ceketini tutan
bir rüzgar/Olsun istiyordum yazdığım şiir/ ;
/Umutsuzluğun
yakıştığını gördüm bu çağa/;
Pop seven çocuklara yaylı
tambur dinletmek/Bunda ısrarcı olmak,yazdıklarımın özeti/ (agy.,s.45)
Dizelerinde önce çelişkiler vardır.
Budak’ın, İspanyol ozanı “Lorca’nın ceketini
tutan bir rüzgar olması”nı istediği şiiri,
umutsuzlukla hiçbir ilişkili Olabilir mi? Olabilme olasılığı var mı yani? Sonra, umutsuzluğun
“bu çağa yakıştığını” söylemenin doğru bil algılama olduğu söylenebilir
mi? Hiç sanmıyorum! Çağı bir umutsuzluk çağı olarak algıladığımızda, bugünkü bilimsel
ve teknolojik gelişmenin hızını ve derinliğini nasıl açıklayacağız? Umutsuzluk çağında bu değişim ve
gelişimi cinler periler mi
gerçekleştiriyorlar?.. Umutsuz olan insan, yarını için bunları yapar mı?
Değişim ve gelişimin yaşamı değiştirmeğe yöneldiğini
görüyoruz. Çok ilginç değil mi? Başka
ne olabilirdi ki? Umutsuzluk bunun
neresindedir?
Algılama yanlıştır!..
/Pop seven çocuklara
yaylı tambur dinletmek/, ve /bunda ısrarcı olmak/ ve bu durumun /yazdıklarının
özeti/ olduğunu belirtmek çok çok yanlış bir bakış açısı değil mi?
Vural Bahadır Bayrıl’ın Melek Geçti’sinde
dile getirdiği gibi ‘tarihiyle ve geçmişiyle barışmış bir
ulus olmak’ anlayışını gerçekleştirmek üzere
gelenekselin egemenliğini sürdürmesi için mi yazıyor Budak?
Sözlerinden anlaşılan
budur!
Gelenekselin diri tutulması
yanlıştır! Bu tutum, Cumhuriyet ideolojisine aykırıdır; Cumhuriyete karşıt
bir görüştür bu!
Gelenekseli diri tutmağa
çalışmak, gelişmeyi engelleyen bir anlayışın adıdır. Çünkü geleneksele
sarılmak, geleceğe uzanan ve etkin olanı gerçekleştirememiş olmanın bir başka adıdır. Yaşarken etkin
ve yeni şeyler gerçekleştiremeyenler, geçmişleriyle övünmeyi sürdürürler! Bu, bir sosyolojik gerçekliktir.
Popu sevenler, yeniliğe
açıktırlar. Onlara tambur dinletmekte ısrarcı olmanın ne ola ki?
Ülkemizin ve insanımızın
en önemli sorunudur bu!..
Uluslararası insan olmayı bir türlü içimize sindiremedik/sindiremiyoruz!
Paranın uluslararası olanı
bizim için önemli oluyor da insanın uluslararası olanı bir türlü
gerçekleşemiyor!..
/Itri’ye dönelim ve ney
sesine/”Neva Kar” adlı yapıta gül borcu bizden/
Ben dünyayı böyle görmezdim ama/Yeni bakış edindim gözlerinizden/ (Bahçe
Dergisi,sayı:17,s.15)
Bu şiirin altında (Nisan 1999) yazılıdır.
Şiirde geleneksel
övülüyor. En yeni şiirlerinde bile
bu düşünce vardır Budak’ın. Demek
oluyor ki o, bunu seçmiştir; geleneksel kültüre bağlıdır.
Böyle bir duruma
şaşırmadığımı söyleyemeyeceğim!..
Şiir Odası, onun
ortaya koyduğu bir yapıttır ve yenidir. Derginin
yeni olması bir yana, dergi yeniyi, en yeniyi... önermektedir!..
Yineliyorum, bu durumu çok
yadırgadım!..
***
/Nehir mi desem kadın
mı,ikisi de olabilir/Ya iyi yüzme bilirsin ya sevmeyi adam gibi/Bir nehre ve kadına
ancak böyle girilir/;
/İkisi arasında bir fark
göremiyorum/Erkeğin yanında gözden geçirir kendini/Kadınh sunar ruhunu gövde
ambalajıyla/Dibinde yosunun susuzluğunu bilir/;
/Biri denizi
çağrıştırır öbürü uçurumu/Sal olduğumu bilirdim nehre düşseydim
eğer/Ötekinde bir sınav sorusu olduğumu/(agy.,s.33)
örneğinde çok diri yanlışlıklar vardır. Kadın
algılaması tümden yanlıştır. Nehir
ile kadın arasında kurulan paralellik hümanizm noktasından hem hoş değildir hem de giderek, kadını
kullanımlık eşya düzeyine indiren bir yaklaşımı sergilemektedir. Bu dizelerde
/kadına
girmek/,/ Erkeğin yanında kendini gözden geçiren kadın/, /kadının kendini gövde
ambalajıyla sunması/, /dibindeki yosunun
susuzluğunu bilmek/’i şiirle bağdaştırmakta zorluk çektiğimi
söylemek zorundayım. Bu sözlerle erkekle kadın çok yadırgatıcı düzlemler de
algılanmaktadır. Erkeğin,”kadına girmek” gibi bir görevi bulunduğu
anlaşılıyor!.. Tabii, kadının da “girilen” olduğu...Çok incitici bir tanımlamadır bu...Tanımlamayı ben
yapmadığım için söylerken terlemekten kurtulduğum için rahatlıyorum. Kadın fenomenine böyle yaklaşılmasının
etiğe de aykırı
olduğunu düşünüyorum. Hele şiirde böyle davranılmasını hoş görmem söz konusu olamaz!..
“Erkeğin yanında sürekli
olarak kendini gözden geçiren biri”dir kadın ozana
göre. Yani kendini, erkekle tanımlamaya çalışır...Kadının böyle algılanarak
ikinci sınıf insan olduğu açıkça ortaya konmuş olmuyor mu? “Kadının
kendini gövde ambalajıyla sunduğu”nun dile getirilmesi, söylediklerimizin doğrulanması
değil mi?
Kadının bir ozan
tarafından böyle anlaşılmasını kavramak benim için
hiç mümkün görünmüyor!.. İnsan
hakları ve
tabii eşitlik!.. Nasıl unutuluyor? Anlamak mümkün değil.5*
***
Budak şiirinde genel olarak
eskimiş imgeleri kullanmaktadır. Eski şiiri yazarken bu
seçimi sanki ona yol göstermiştir.
/Nehir: Doğada bir yatak
bulmamaktır kendine/Kadın: Aramak değildir yatakta kendini/ (agy.,s.33)
/Gizlerimle öleceğim söküp
götürecekler/....../Dökülen boyalarım yaralarımı açığa/Çıkarınca dediler:
senin de işin bitti./(agy. Dış Kapı, s.34)
Dizelerinde eskimiş imgeler açıkça görülüyor. Kadın hala yatakta tanımlanıyor... Böyle bir
imgede düşünülüyor kadın!..
Sonra, evlerimizin dış kapılarıyla ilgili uzunca bir şiirden
alınmış bulunan dizelerde dış kapı kavramı çevresinde oluşturulan imgeler
de çok çok eskidir. Bunlar hep kullanılagelen ve düşünülegelen imgelerdir kapılar
için...
Budak, eski şiirin
sesini seçmiş görünüyor eskimiş şiiri
yazarken.
/Adın göle inen geyik
sürüsü/(agy.,s.30);
/Yıkıntılar arasında
çiçek bulamadığım/(agy.s.30);
/Yazdıkça aşıboyalı
bahçe çitinden/(agy.,s.30);
/Şu köşede çardak vardı
sarmaşıkları olan/
/O beyaz badanalı
kiremitli/Gönlünü çelmeğe çalışan konut nerde/Nerde kuş seslerine karışan
çocuk sesi/Ya esnek dallarına kurulan salıncaklar/(agy.,s.15);
/Hala kar kokuyorsun senin
için yaz nedir/Acının siyahını bilirsin beyaz nedir/(agy.s.16)
Son örnek dışındakilerin tümü, özellikle halk şiirinde çok duyduğumuz ve dolayısı ile tanıdığımız seslerle
birlikte geliyorlar. Göle inen geyikler,
yıkıntılar arasında çiçek bulamamak, aşıboyalı bahçe çiti, sarmaşıklı
çardak, beyaz badanalı ev, kuş seslerine karışan çocuk sesleri, sallanan
salıncaklar... falan çok çok duyduğumuz ve artık sakız olmuş eski şiir sesleri/sözleridir bizim için.
Son örnekte ise redifli dizeler Turgut Uyar’ın Divan’ la gerçekleştirmeğe çalıştığını yineliyor. Salt bir yanılsamadır bu, başka hiçbir şey değil!.. Böyle çalışmanın nasıl bir yararı olabilir ki? Bu yanılsama olmanın ötesine geçemiyor işte. Ha, belki de bir ‘marifet gösterme’ oluyor, kimbilir?...”Marifet iltifata tabidir” derlerdi eskiler. Eğer bu yapılan marifet ise, onun artık iltifat edecek bir yanı da kalmamıştır ki!...
Abdülkadir Budak için, o duygusaldır, gerçekçi değildir gibi
bir ara başlık daha atabiliriz.
/O gün düşürdüm
cebimden,getirmesin bulanlar/O şehirde çektirdiğim son hatıra resmini/(agy.,s.38);
/Annem
öldü,düşüyorum,koptu salıncağın ipi/Anahtarsız bir kilide benzediğimi doğru
şimdi/(agy.,s.37);
/Yüz metre kadar ilerde nasırlı el öpülüyor/Yeni evli
olduğunu sandığım iki insanca/;
/Başka neler görünüyor Sincan’da
bir sokağın/...../Gözyaşı deseniyle süslenmiş bin mendilin/Takıldığı
netleşiyor sokağın yakasına/(agy.,s.36);
Bu dizelerde Budak, çok
yoğun olarak duygusallığı yaşıyor görünmektedir.
Sivas için yazılmış bir şiirden
alınmış olan ilk dizelerde bu tarihsel ve çarpıcı olaya yaklaşım bir
küskünlükle anlatılmıştır. Bu, Sivas için yeterli değildir. Belki de suçlama
getirmek gerekirdi!.. Kavgadan korkmak gibi bir sonucun yaşanmasından tedirginlik duymak
hiçbir işe yaramıyor!.. Sivas, dünya tarihine ve ulusal tarihe tıpkı Saint Barhelemy Katliamı[1]
gibi bir kayıtla girdi. Bunu nasıl küskünlükle karşılayabiliriz?
Öteki örnekler duygusal dizelerdir.
Ozanın duygusal olması niçin
yadırganmalıdır ki? Hayır, ozan tabii duygusal olacaktır. Ne var ki bu duygusallık
yaklaşım biçimine egemen olursa o zaman şiirin ayaklarını yere bastırmak olasılığı elden
kaçmış olur. Gerçekçi bir yaklaşımın şiire
getirilmesi imkansızlaşır. Budak’ın şiiri böyle bir şiirdir işte.
Sonuç olarak;
Abdülkadir
Budak, ilk şiirlerinde daha yeni ve çağdaş bir yaklaşım ve algılama ile yeni
bir dil üzerine oturarak yeni bir şiir yazmıştır. Günümüzdeki şiirlerininse
duygusal yoğun oluşu; olayları ve durumları, yer yer yanlış ve
çağdaşlığa karşıt bir yaklaşımla
kavrayışı; eskimiş sesleri, imgeleri ve biçimleri seçip kullanması; tema/izlek
ağırlıklı olmayı sürdürmesi insanı şaşırtıyor!..
O’nda, her zaman gerçekçi yaklaşımların
şiirini görme umudunu hep diri tuttuğumu belirtmek istiyorum.
* Bülent ERKMEN’in 32 Büst- 32 Fotoğraf İçin Yazılmış
Yalanlar adını taşıyan yapıtındaki sanatçılarla
entelektüelleri (örneğin 34 yıl önce
Türkiye güzeli seçilmiş olan bugünün şairi İnci Asena’yı), göğüs plan
soyunmalarından ötürü kimi gazetelerin (örneğin Sabah Gazetesi) ilginç bir biçimde ele alıp “34 yıl gecikti,yazık,çok
yazık!” gibi sözlerle bu sanatsal çabayı saptırmaları, özellikle kadının
cinsellik bağlamında düşünülmesinden
başka bir bakış açısını yansıtmıyor.
Perihan MAĞDEN’in Radikal’deki (13 Mayıs 2000 Bağlam Kaydırmaca başlıklı ) yazısı, benim
yaklaşımımı güçlendiren bir vurgulama yaptığı için, yazının kimi bölümlerini aynen alıyorum: “ .....İnci Asena’yı o
bağlamda sunumu ile değerlendirecek tüm o
kem gözlere karşı korumak, muhafaza etmek
istedim....İnci Asena’nın en tepesinde
baş sayfanın sunumu, buram buram buram cinsiyet ayrımcılığı kokan bir sunumdu.
Entelektüel düşmanlığı boyutu da cabası.
Bülent ERKMEN 2000 adet basılan, yalnızca eşe dosta dağıtılan, piyasaya
sunulmayan, büstlerin ne denli gerçek olabildiğine dair, şudur budur, bir proje
gerçekleştirmiş. Yazılarıyla, ışığıyla poz verenlerin seçilmişliği ile BİR BÜTÜN: BİR SANAT
İŞİ. Şimdi kalkıp bunu bağlamından
kaydırıp böyle bir magazinel kirlendirmeye
sunarsanız, milletin ağzına burnuna dayarsanız, hızınızı alamayıp alameti
farikası geri zekalılık olan insanlara
yaptığınız kirli sunuma dayanarak akıl fikirlerini sorarsanız; buna lamıyla cimiyle
ayıbın, adiliğin daniskası denir. Başka da bir şey denmez.
Yaptığı işlerle İngiltere sanat camiasının en ünlü isimlerinden biri olan
bir kadın var: Tracy Emin. ‘The Men I Fucked with’ filan fıstık gibi çok
ağır işler yapıyor. Kendi cinselliğini, cinselliğe yaklaşımlarımızı,
yırtmasını/yırtamamasını sorgulayan. Şimdi,Tracy Emin kavramsal sanat içinde konuşlanmış harbi bir sanatçı. Kalkıp Daily
Miror ya da bir başka tabloid onun işlerine “Vay! Orospuya bak” ya da “Memelerinde iş yok” falan diye başlıklar
atıp Tracy Emin’le falan hiçbir ilgisi ve
alakası olmayan okurlarına kendi şahsi
komplekslerinin dışavurumu olarak, sunmaya kalkmıyor. Böyle bir bağlam kaydırmacası
olmuyor gelişmiş medeniyetlerde. Medya, bu konuda eline, beline, diline hakim vaziyette. Üstelik kendi kendini
sansürleyerek değil. Akıl, izan, mantık ve hakiki profesyonellik gereği.
Tüm bu sunum içinde en, en büyük haksızlığa..... daha Türkiye güzeli
seçildiği gün (yani 18 yaşındayken)
YALNIZCA YAZMAK istediğini söylemiş bir
kadın olduğu için, İnci ASENA maruz kalıyor.
İnci ASENA’nın fotoğrafına
bakınca ben 52 yaşında çok güzel bir
kadın görüyorum.”
Bu sitedeki eserler yazarın izni olmadan herhangibir şekilde kopyalanamaz veya yayınlanamaz.
Yazıların her haklı saklıdır.