Hit Counter defa okundu

 

ABDÜLKADİR BUDAK

NEYİ YAZIYOR?

  

Muhsin ŞENER

 

Şiir Odası  Dergisi  ve  Varlık’taki  Bende Kalan Dizelerle  her ay  karşı karşıya olduğumuz günümüz  ozanlarından Abdülkadir Budak neyi yazıyor dersiniz?  Bir ilk şiiri mi,  derinliklerdeki bir şiiri mi gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor?..Alışılmışı, yazılanı, bilineni mi...  yineliyor yoksa?

Sırasıyla, Geçti İlkyaz Denemesi, Şimdi Yaz, Gömleğim Leyla Desenli, Sevdanın Son Keremi, İmzası Gül, Yanlış Anka Destanı,  Aşk Beni Geçer adını taşıyan altı şiir yapıtı bulunan ve Toprak Şiir Ödülü(1982), Arıburnu ve Ceyhun Atıf Kansu Şiir ödülü(1994), Halil Kocagöz Şiir Ödülü(1998) almış bu  şiire böyle bir noktadan yaklaşıldığında çok  ilginç sonuçlara ulaşılacağını düşünüyorum.

 

Budak’ın , şiir serüvenin ta başlarında bir yeni şiir  vardır;  o şiir:

1.  Somut bir şiirdir:

İlk üç yapıtındaki şiirler somutluğun öne çıktığı şiirlerdir.  Bu şiirlerde ilişkilerin adları açıkça belirtilmiş; hangi varlık ya da durumdan etkilenildiği de açıkça söylenmiştir. Betime yaslanan bir yöntemin yeğlendiği bu ürünlerde şiirin yakalanması hep önde olmuştur.  Somut durumlar içinde şiirin derinlik kazanması hiç göz ardı edilmemiştir.

/Benim gibisin sen de/Yüreği ayaza durmuş/ (Seçme Şiirler,s.8);  /Farkın yok değneksiz körden/ Sağa sola çarpa çarpa/ Sürdürürsün yaşamını/ (agy,s.9);  /Ne buz kesen soğuklarda/ Çatılarda kar kürüdüm/ Buğday başağı örneği/ (agy.,s.11);   /Kim çiçek bahçesine/ Dönüştürür yüreğini/ Kim paslı çivilerle/ Çürük tahtalar çakar/ (agy.,s.12); /Konsola çekidüzen verdiğim yetmez mi ki/ Ev gitmemi istiyor, kızın solgunu bir çiçek/ Kristal kül tablasını şuraya koy istersen/ Elini tez tut anne görücüler gelecek/  ((agy.,s.14) bir sığlığa düşülmeden gerçekleştirildiği görülen bu  örneklerdeki bir sığlığa düşülmeden gerçekleştirildiği görülen bu  örneklerdeki bir sığlığa düşülmeden gerçekleştirildiği görülen bu  örneklerdeki bir sığlığa düşülmeden gerçekleştirildiği görülen bu  örneklerdeki Ayaza durmuş bir yürek; sağa sola çarpa çarpa sürdürülen bir yaşam; buz kesen soğuklarda kar kürüyen buğday başağı olmak; paslı çivilerle  çakılmış çürük tahtaların oluşturduğu bir çiçek bahçesi olmak; görücülere çıkanın sıcak telaşı..anlatımları, somutlukla birlikte  derinlik de  içeren ilginç örneklerdir.nlatımları, somutlukla birlikte  derinlik de  içeren ilginç örneklerdir.nlatımları, somutlukla birlikte  derinlik de  içeren ilginç örneklerdir.nlatımları, somutlukla birlikte  derinlik de  içeren ilginç örneklerdir.

 

2.   Ölçü ve uyağın doğal olarak oluştuğu izlenimi veren  bir şiirdir.

Budak,  bir yandan uyağı şiirin en uygun yerine koyarken  bir yandan da  bu etkinliğin kendiliğinden gerçekleştiği izleniminin  altını kalınca çiziyor.

/Bir liste çirkin elinde/Sıra hangisinde şimdi/....../Çokluk daha yirmisinde/ (agy.s.9);   /Sivas’ı bastı ayaz/Ozansın üşüyorsun/Şimdi yaz /(agy.,s.10);  /Hüznü bile gümüşten/Kaselerde sundular/Sorumsuzluk sarhoşluğu/İçinde bir bir geçen/Günlerim doyumsuzdu/Deliksizdi uykular/ ( agy.,s.11)  örneklerinde  bu durum açıkça görünüyor. Şiire doğallığın verilmesinde bu  durumun  önemli bir yeri vardır.  örneklerinde  bu durum açıkça görünüyor. Şiire doğallığın verilmesinde bu  durumun  önemli bir yeri vardır.  örneklerinde  bu durum açıkça görünüyor. Şiire doğallığın verilmesinde bu  durumun  önemli bir yeri vardır.  örneklerinde  bu durum açıkça görünüyor. Şiire doğallığın verilmesinde bu  durumun  önemli bir yeri vardır.

 

3.  Yeni, görülmemiş bir dil oluşturmuştur.

 

/Gömleğim Leyla desenli/(s.14),  /Nerede sularını güneşe öptüren havuz/, /Hep Peruz’un içine yağacak karlar/(s.15),   /Sen bir yanıma otur çocuklar bir yanıma/Al atlar otlakta kişnesin yine/(s.16)   örnekleri bu durumu gösteriyor. Çok parlak örnekleri bulunmamakla/olmamakla birlikte  bu şiir dili, yeni bir dildir. İçinde eşyanın  yer aldığı bir dil... Adnan Özer,ne kadar  “kuramsal bilgi şiirin  poetikasını belirler” gibi bir söz söylerse söylesin ( Dize,46.sayı), görüldüğü gibi  pratik bilgi, şiirin poetikasında çok daha ağırlıklı bir yer alıyor. Şiirin ayrıntılarda saklı olduğu gerçeği bu esasa dayanır.  Budak, bunu kullanıyor ve yeni bir dil yapılandırırken kullanıyor hem de.

Yukarıya alınan örneklerde  görülmemiş bir şiir dili  nerededir? /Leyla desenli gömlek/, /suyu öpülen havuz/ ve /içe yağan kar/ söz gruplarında insanla birlikte, insanın  yapıp ettikleriyle birlikte  oluşmuş  bir yaşam dile getirilmeğe çalışılmıştır. Bu yaşamın insanın ta derinlerindeki, kökleri  bu söz  gruplarının  içine doldurulmuştur.  Elle tutabiliyoruz onu.

Öte yandan,  yaşamın bir başka parçası bir tablo halinde  son iki dizede yansıyor. Bu dizelerde betimin egemen olması, şiirin yitmesini değil, insanla, insanca ile birlikte şiire oturmasına neden olmuştur. Bunu önemsiyorum... Krapçenko’nun söylediği de buydu...

                           ***

Buraya kadar söylediklerimizden  Budak’ın ilk yazdığı şiirlerde  başarılı  olduğu ortaya çıkıyor.

Sonraki ve bugünkü şiirleri için ise söyleyeceklerimiz vardır:

 

1.   Budak bugün tema/izlek ağırlıklı bir şiir yazıyor.

 

Evet ne yazık ki böyle bir şiir yazıyor... En son yazdığı şiirlerde bile tema vardır, ağırlıktadır.  Onun şiirlerini taradığımda /ülke, insanlık, gençlik, genç şiir, genç şair, eski şiir, eski şair, kadın, yurt sorunları.../ gibi temaların çevresinde bir şiir kurduğunu  gördüm. Bu yolla diyecekleri olduğunu, bunları söyleyerek bir şeyler  vermek/ anlatmak/söylemek istediği anlaşılıyor. Bir başka deyişle onun, şiir yazmaktan bekledikleri vardır. Onun şiiri, bir şeyler açıklamak istiyor; o nedenle yazılmıştır/ yazılmaktadır.

Şiir böyle  bir anlayışla yazıldığında  kullanmalık bir metin olarak karşımıza çıkıyor. Onu, örneğin bayramlarda seyranlarda, eğlencelerde falan... okur ve o yaşadıklarımızın bir tür benzerini şiirle de yaşamak olanaklarına kavuşuruz. Şiir  bu nedenlerle  işimize yarayan bir şeydir. Ya da onu, şuraya bir yere koyarız, zamanı geldiğinde oradan alır örneğin ulusal bayramlarda okur ve dinleyenleri heyecanlandırırız; şiir buna yarar...

 

Oysa bilindiği gibi şiir böyle bir şey değildir ve hiç de olmamıştır!..

 

Ayrıca şiirin, öyle herhangi bir konuyu açıklamak,okuyanlara o konuya ilişkin kimi bilgiler aktarmak ve böylece o bilgiler doğrultusunda bir yandaş grubu oluşturmak gibi bir işlevi yoktur. Geçmişte şiirin tabii böyle bir işlevi olmuştur. Ne ki çok eskilerde kaldı o. Şiir uyaklı ve ölçülü sözlerden oluştuğundan bilginin iletişiminde kullanılmıştır. Artık böyle bir işlevi yoktur/kalmamıştır. Çünkü iletişimin, çok yeni, çok hızlı ve çok kaliteli yapılabildiği kanallar ve araçlar vardır artık.

 Şiir artık şiirliğini göstermek ve yaşatmak zorundadır.

Şiirin bir tema çevresinde kurulması  ve bu yolla bir düşünceyi aktarmaya çalışması kadar poetikasının kimyasını bozan başka bir yabancı madde yoktur. Ozanların bu noktaya olan dikkatlerini çok önemsiyorum. Onların da önemsediklerini  tahmin etmiyorum, biliyorum!.. Abdülkadir Budak’ın bu konudaki özeninin böyle bir boyut içinde  bulunması, onun şiirini silip süpürmüyor.

 

2.   Budak eskimiş bir şiiri yazıyor. 

 

Eski duyarlıklar, eskimiş imgeler, kullanılmış seslerle ölçü ve uyağın arandığı şiirleri çoğunluktadır. Onu okurken bunları özümsüyorsunuz. 

/Ben Fırat’ı görmedim oysa Fırat’ı görmek/

/Ben Ağrı’yı görmedim oysa Ağrı’yı görmek/

/Okyanusu görmedim oysa okyanusu görmek/

/Ben ölümü görmedim oysa ölümü görmek/

 

/Kabul etmek zorundayım şair için gerekli/

 

/Nasıl yazabilirim akıp giden şiiri,bir aşkın şiirini,umduğum büyük şiiri,/ Nasıl giyinirim yaşama sevinciyle hayatın kumaşından dikilmiş elbiseyi/( agy.,s.43)

(Bu örnekteki  ilk beş dizenin her birinden  sonra  yapıttaki metinde başka  dizeler vardır.Ne ki anlatım şeması aynı olan bir düşünce işlendiği için yukarıdaki gibi alınmıştır.)

 

Şiir yazmanın böyle bir gerekirliği bulunduğunu hiç bilmiyordum ve hiç de düşünmemiştim!..

Burada söylenenlerin  tümünün aslı esası olduğunu sanmıyorum. Bunlar belki hoş sözler olarak bir değer içeriyordur...Bilmiyorum? Çünkü ben bunların hoş sözler olduğunu da düşünmüyorum!.. Bana göre bunlar boş sözlerdir!.. Hiç gereği olan sözler değildir.

Bu şiirde yer alan  duygular  eski duygulardır, eskimiş duygulardır. /Orda bir köy var uzakta/ kimyasındaki duyarlıklardır bunlar... Dünya çoktan bu  duyarlıkları aştı!

 

 /Şairlik bir duruştur, bir edadır, tavırdır/Güzel şiirler yazmanın belki çok ötesinde /Buluşmadır aslolan, duyguların örtüşmesi/Yazarın nüfus kütüğündeki  bilgilerden kime ne/ (agy.s.42)

 

dizelerinde ozanlık konusunda ne düşündüğünü söylemeğe çalışıyor Budak. Bunların doğruluk yanlışlığı bir yana  ozanların salt bu dizelerde açıklananlar gibi olmaları mümkün müdür?  Mümkün olduğunu düşünsek bile öyle olmaları yeterli midir ozan olmak için, ozanlık için?..

Sonra, şiir bu konudaki düşüncelerin açıklanmasına yarayacak hatta yetecek bir tür müdür ki? Şiir ile “ozan kimdir?Nedir?..” gibi bir konuyu enine boyuna nasıl açıklayacaksınız?

 

Bunlar  fantaziden  başka bir şey değil!..

 

/Lorca’nın ceketini tutan bir rüzgar/Olsun istiyordum yazdığım şiir/ ;

 

/Umutsuzluğun yakıştığını gördüm bu çağa/;

 

Pop seven çocuklara yaylı tambur dinletmek/Bunda ısrarcı olmak,yazdıklarımın özeti/ (agy.,s.45)

 

Dizelerinde önce çelişkiler vardır. Budak’ın, İspanyol ozanı “Lorca’nın  ceketini tutan bir rüzgar olması”nı istediği şiiri,  umutsuzlukla hiçbir  ilişkili  Olabilir mi? Olabilme olasılığı var mı yani?  Sonra,  umutsuzluğun “bu çağa yakıştığını” söylemenin doğru bil algılama olduğu söylenebilir mi?  Hiç sanmıyorum!  Çağı bir umutsuzluk çağı olarak  algıladığımızda,  bugünkü  bilimsel ve teknolojik gelişmenin hızını ve  derinliğini  nasıl açıklayacağız?  Umutsuzluk çağında bu  değişim ve  gelişimi   cinler periler mi gerçekleştiriyorlar?..  Umutsuz olan insan,  yarını için bunları yapar mı?

Değişim ve gelişimin  yaşamı değiştirmeğe yöneldiğini görüyoruz. Çok ilginç değil mi?  Başka ne olabilirdi ki?  Umutsuzluk bunun neresindedir? 

 

Algılama yanlıştır!..

 

/Pop seven çocuklara yaylı tambur dinletmek/, ve /bunda ısrarcı olmak/ ve bu durumun /yazdıklarının özeti/ olduğunu belirtmek çok çok yanlış bir bakış açısı değil mi?

  Vural Bahadır Bayrıl’ın Melek Geçti’sinde dile getirdiği  gibi  tarihiyle ve geçmişiyle barışmış bir ulus olmak’ anlayışını gerçekleştirmek üzere  gelenekselin  egemenliğini  sürdürmesi için mi yazıyor Budak?

Sözlerinden anlaşılan budur!

Gelenekselin diri tutulması yanlıştır!  Bu tutum, Cumhuriyet  ideolojisine aykırıdır; Cumhuriyete karşıt bir görüştür bu!

Gelenekseli diri tutmağa çalışmak,  gelişmeyi engelleyen  bir anlayışın adıdır. Çünkü geleneksele sarılmak, geleceğe uzanan ve etkin olanı gerçekleştirememiş olmanın  bir başka adıdır.  Yaşarken  etkin ve yeni şeyler gerçekleştiremeyenler, geçmişleriyle övünmeyi sürdürürler!  Bu, bir sosyolojik gerçekliktir.

Popu sevenler, yeniliğe açıktırlar. Onlara tambur dinletmekte ısrarcı olmanın ne  ola ki?

 

Ülkemizin ve insanımızın en önemli sorunudur bu!..

 

Uluslararası insan olmayı  bir türlü içimize sindiremedik/sindiremiyoruz!

Paranın uluslararası olanı bizim için önemli oluyor da insanın uluslararası olanı bir türlü gerçekleşemiyor!..

 

/Itri’ye dönelim ve ney sesine/”Neva Kar” adlı yapıta gül borcu bizden/   Ben dünyayı böyle görmezdim ama/Yeni bakış edindim gözlerinizden/ (Bahçe Dergisi,sayı:17,s.15)

 

Bu şiirin altında  (Nisan 1999) yazılıdır.

Şiirde geleneksel övülüyor.  En yeni  şiirlerinde bile  bu düşünce vardır Budak’ın.  Demek oluyor ki o, bunu seçmiştir; geleneksel kültüre bağlıdır.

Böyle bir duruma şaşırmadığımı söyleyemeyeceğim!..

Şiir Odası, onun ortaya koyduğu bir yapıttır ve yenidir. Derginin  yeni olması  bir yana, dergi  yeniyi, en yeniyi... önermektedir!..

Yineliyorum, bu durumu çok yadırgadım!..

                       ***

 

/Nehir mi desem kadın mı,ikisi de olabilir/Ya iyi yüzme bilirsin ya sevmeyi adam gibi/Bir nehre ve kadına ancak böyle girilir/;

 

/İkisi arasında bir fark göremiyorum/Erkeğin yanında gözden geçirir kendini/Kadınh sunar ruhunu gövde ambalajıyla/Dibinde yosunun susuzluğunu bilir/;

 

/Biri denizi çağrıştırır  öbürü uçurumu/Sal  olduğumu bilirdim nehre düşseydim eğer/Ötekinde bir sınav sorusu olduğumu/(agy.,s.33)

 

örneğinde  çok diri yanlışlıklar vardır. Kadın algılaması  tümden yanlıştır. Nehir ile kadın arasında kurulan paralellik hümanizm noktasından   hem hoş değildir hem de giderek, kadını kullanımlık eşya düzeyine indiren bir yaklaşımı sergilemektedir.  Bu dizelerde  /kadına girmek/,/ Erkeğin yanında kendini gözden geçiren kadın/, /kadının kendini gövde ambalajıyla sunması/,  /dibindeki yosunun susuzluğunu bilmek/’i  şiirle bağdaştırmakta zorluk çektiğimi söylemek zorundayım. Bu sözlerle erkekle kadın çok yadırgatıcı düzlemler de algılanmaktadır. Erkeğin,”kadına girmek” gibi bir görevi bulunduğu anlaşılıyor!.. Tabii, kadının da “girilen” olduğu...Çok  incitici bir tanımlamadır bu...Tanımlamayı ben yapmadığım için söylerken terlemekten kurtulduğum için rahatlıyorum.  Kadın fenomenine böyle yaklaşılmasının etiğe de      aykırı olduğunu düşünüyorum. Hele şiirde böyle davranılmasını  hoş görmem söz konusu olamaz!.. i  şiirle bağdaştırmakta zorluk çektiğimi söylemek zorundayım. Bu sözlerle erkekle kadın çok yadırgatıcı düzlemler de algılanmaktadır. Erkeğin,”kadına girmek” gibi bir görevi bulunduğu anlaşılıyor!.. Tabii, kadının da “girilen” olduğu...Çok  incitici bir tanımlamadır bu...Tanımlamayı ben yapmadığım için söylerken terlemekten kurtulduğum için rahatlıyorum.  Kadın fenomenine böyle yaklaşılmasının etiğe de      aykırı olduğunu düşünüyorum. Hele şiirde böyle davranılmasını  hoş görmem söz konusu olamaz!.. i  şiirle bağdaştırmakta zorluk çektiğimi söylemek zorundayım. Bu sözlerle erkekle kadın çok yadırgatıcı düzlemler de algılanmaktadır. Erkeğin,”kadına girmek” gibi bir görevi bulunduğu anlaşılıyor!.. Tabii, kadının da “girilen” olduğu...Çok  incitici bir tanımlamadır bu...Tanımlamayı ben yapmadığım için söylerken terlemekten kurtulduğum için rahatlıyorum.  Kadın fenomenine böyle yaklaşılmasının etiğe de      aykırı olduğunu düşünüyorum. Hele şiirde böyle davranılmasını  hoş görmem söz konusu olamaz!.. i  şiirle bağdaştırmakta zorluk çektiğimi söylemek zorundayım. Bu sözlerle erkekle kadın çok yadırgatıcı düzlemler de algılanmaktadır. Erkeğin,”kadına girmek” gibi bir görevi bulunduğu anlaşılıyor!.. Tabii, kadının da “girilen” olduğu...Çok  incitici bir tanımlamadır bu...Tanımlamayı ben yapmadığım için söylerken terlemekten kurtulduğum için rahatlıyorum.  Kadın fenomenine böyle yaklaşılmasının etiğe de      aykırı olduğunu düşünüyorum. Hele şiirde böyle davranılmasını  hoş görmem söz konusu olamaz!..

“Erkeğin yanında sürekli olarak kendini gözden geçiren  biri”dir kadın ozana göre. Yani kendini, erkekle  tanımlamaya  çalışır...Kadının böyle  algılanarak  ikinci sınıf insan olduğu açıkça ortaya konmuş olmuyor mu? “Kadının kendini gövde ambalajıyla sunduğu”nun dile getirilmesi, söylediklerimizin  doğrulanması  değil mi?

Kadının bir ozan tarafından böyle anlaşılmasını kavramak benim için  hiç mümkün  görünmüyor!.. İnsan hakları  ve  tabii eşitlik!.. Nasıl unutuluyor? Anlamak mümkün değil.5*

                        

                                  ***

Budak şiirinde genel olarak eskimiş imgeleri kullanmaktadır. Eski şiiri yazarken bu  seçimi  sanki ona yol göstermiştir.

 

/Nehir: Doğada bir yatak bulmamaktır kendine/Kadın: Aramak değildir yatakta kendini/ (agy.,s.33)

/Gizlerimle öleceğim söküp götürecekler/....../Dökülen boyalarım yaralarımı açığa/Çıkarınca dediler: senin de işin bitti./(agy. Dış Kapı, s.34)

 

Dizelerinde  eskimiş imgeler açıkça görülüyor.  Kadın hala yatakta tanımlanıyor... Böyle bir imgede  düşünülüyor kadın!..

Sonra, evlerimizin  dış kapılarıyla ilgili uzunca bir şiirden alınmış bulunan dizelerde dış kapı kavramı çevresinde oluşturulan imgeler de çok çok eskidir. Bunlar hep kullanılagelen ve düşünülegelen imgelerdir kapılar için...

 

Budak, eski şiirin sesini seçmiş görünüyor eskimiş  şiiri yazarken.

 

/Adın göle inen geyik sürüsü/(agy.,s.30);

 

/Yıkıntılar arasında çiçek bulamadığım/(agy.s.30);

 

/Yazdıkça aşıboyalı bahçe çitinden/(agy.,s.30);

 

/Şu köşede çardak vardı sarmaşıkları olan/

 

/O beyaz badanalı kiremitli/Gönlünü çelmeğe çalışan konut nerde/Nerde kuş seslerine karışan çocuk sesi/Ya esnek dallarına kurulan salıncaklar/(agy.,s.15);

 

/Hala kar kokuyorsun senin için yaz nedir/Acının siyahını bilirsin beyaz nedir/(agy.s.16)

 

Son örnek dışındakilerin tümü,  özellikle halk şiirinde çok duyduğumuz  ve dolayısı ile tanıdığımız seslerle birlikte geliyorlar.  Göle inen geyikler, yıkıntılar arasında çiçek bulamamak, aşıboyalı bahçe çiti, sarmaşıklı çardak, beyaz badanalı ev, kuş seslerine karışan çocuk sesleri, sallanan salıncaklar... falan çok çok duyduğumuz ve artık sakız olmuş  eski şiir sesleri/sözleridir  bizim için.

Son örnekte ise redifli  dizeler Turgut Uyar’ın Divan’ la gerçekleştirmeğe çalıştığını yineliyor. Salt bir yanılsamadır bu, başka hiçbir şey değil!.. Böyle çalışmanın nasıl bir yararı olabilir ki? Bu yanılsama olmanın ötesine geçemiyor işte.  Ha, belki de bir ‘marifet gösterme’ oluyor, kimbilir?...”Marifet iltifata tabidir” derlerdi eskiler.  Eğer  bu yapılan marifet ise, onun  artık iltifat edecek bir yanı da  kalmamıştır ki!...

Abdülkadir Budak için,  o duygusaldır, gerçekçi değildir gibi bir ara başlık daha atabiliriz.

 

/O gün düşürdüm cebimden,getirmesin bulanlar/O şehirde çektirdiğim son hatıra resmini/(agy.,s.38);

 

/Annem öldü,düşüyorum,koptu salıncağın ipi/Anahtarsız bir kilide benzediğimi doğru şimdi/(agy.,s.37);

 

/Yüz metre  kadar ilerde nasırlı el öpülüyor/Yeni evli olduğunu sandığım iki insanca/;

 

/Başka neler görünüyor Sincan’da bir sokağın/...../Gözyaşı deseniyle süslenmiş bin mendilin/Takıldığı netleşiyor sokağın yakasına/(agy.,s.36);

 

Bu dizelerde Budak, çok yoğun olarak duygusallığı yaşıyor görünmektedir.  Sivas  için yazılmış bir şiirden alınmış  olan ilk dizelerde  bu tarihsel ve çarpıcı olaya yaklaşım bir küskünlükle anlatılmıştır. Bu, Sivas için yeterli değildir. Belki de suçlama getirmek gerekirdi!.. Kavgadan korkmak gibi bir sonucun yaşanmasından tedirginlik duymak hiçbir işe yaramıyor!.. Sivas, dünya tarihine ve ulusal tarihe  tıpkı Saint Barhelemy Katliamı[1] gibi bir kayıtla girdi. Bunu nasıl küskünlükle karşılayabiliriz?

Öteki örnekler duygusal dizelerdir.

Ozanın duygusal olması niçin yadırganmalıdır ki? Hayır, ozan tabii duygusal olacaktır. Ne var ki  bu duygusallık  yaklaşım biçimine egemen olursa o zaman  şiirin  ayaklarını yere bastırmak olasılığı elden kaçmış olur. Gerçekçi bir yaklaşımın  şiire getirilmesi imkansızlaşır. Budak’ın şiiri böyle bir şiirdir işte.

Sonuç olarak;

Abdülkadir Budak, ilk şiirlerinde daha  yeni  ve çağdaş bir yaklaşım ve algılama ile yeni bir dil üzerine oturarak yeni bir şiir yazmıştır. Günümüzdeki şiirlerininse duygusal yoğun  oluşu;  olayları ve durumları, yer yer yanlış ve çağdaşlığa karşıt  bir yaklaşımla kavrayışı; eskimiş sesleri, imgeleri ve biçimleri seçip kullanması; tema/izlek ağırlıklı olmayı sürdürmesi insanı şaşırtıyor!..

 O’nda, her zaman gerçekçi yaklaşımların şiirini  görme umudunu hep diri tuttuğumu  belirtmek istiyorum.



  *   Bülent ERKMEN’in  32 Büst- 32 Fotoğraf İçin Yazılmış Yalanlar adını taşıyan yapıtındaki  sanatçılarla entelektüelleri (örneğin  34 yıl önce Türkiye güzeli seçilmiş olan bugünün şairi İnci Asena’yı), göğüs plan soyunmalarından ötürü kimi gazetelerin (örneğin Sabah Gazetesi)  ilginç bir biçimde  ele alıp “34 yıl gecikti,yazık,çok yazık!” gibi sözlerle  bu sanatsal  çabayı saptırmaları, özellikle kadının cinsellik bağlamında  düşünülmesinden başka  bir bakış açısını yansıtmıyor. Perihan  MAĞDEN’in  Radikal’deki (13 Mayıs 2000  Bağlam Kaydırmaca başlıklı ) yazısı, benim yaklaşımımı güçlendiren bir vurgulama yaptığı için, yazının  kimi bölümlerini aynen alıyorum: “ .....İnci  Asena’yı  o bağlamda sunumu ile değerlendirecek  tüm o kem gözlere  karşı korumak, muhafaza etmek istedim....İnci Asena’nın  en tepesinde baş sayfanın sunumu, buram buram buram cinsiyet ayrımcılığı kokan bir sunumdu. Entelektüel düşmanlığı boyutu da cabası.

     Bülent ERKMEN 2000 adet basılan, yalnızca eşe dosta dağıtılan, piyasaya sunulmayan, büstlerin ne denli gerçek olabildiğine dair, şudur budur, bir proje gerçekleştirmiş. Yazılarıyla, ışığıyla poz verenlerin  seçilmişliği ile BİR BÜTÜN: BİR SANAT İŞİ. Şimdi kalkıp bunu  bağlamından kaydırıp böyle bir magazinel  kirlendirmeye sunarsanız, milletin ağzına burnuna dayarsanız, hızınızı alamayıp alameti farikası geri zekalılık olan  insanlara yaptığınız kirli sunuma dayanarak akıl fikirlerini sorarsanız; buna lamıyla cimiyle ayıbın, adiliğin daniskası denir. Başka da bir şey denmez.

     Yaptığı işlerle İngiltere sanat camiasının en ünlü isimlerinden biri olan bir kadın var: Tracy Emin. ‘The Men I Fucked with’ filan fıstık gibi çok ağır işler yapıyor. Kendi cinselliğini, cinselliğe yaklaşımlarımızı, yırtmasını/yırtamamasını sorgulayan. Şimdi,Tracy Emin kavramsal sanat içinde  konuşlanmış harbi bir sanatçı. Kalkıp Daily Miror ya da  bir başka tabloid onun  işlerine “Vay! Orospuya bak” ya da  “Memelerinde iş yok”  falan diye  başlıklar atıp Tracy Emin’le falan  hiçbir ilgisi ve alakası olmayan okurlarına  kendi şahsi komplekslerinin dışavurumu olarak, sunmaya kalkmıyor. Böyle bir bağlam kaydırmacası olmuyor gelişmiş medeniyetlerde. Medya, bu konuda eline, beline, diline  hakim vaziyette. Üstelik kendi kendini sansürleyerek değil. Akıl, izan, mantık ve hakiki profesyonellik gereği.

      Tüm bu sunum içinde en, en büyük haksızlığa..... daha Türkiye güzeli seçildiği gün  (yani 18 yaşındayken) YALNIZCA YAZMAK  istediğini söylemiş bir kadın olduğu için, İnci  ASENA  maruz kalıyor.

      İnci  ASENA’nın fotoğrafına bakınca  ben 52 yaşında çok güzel bir kadın görüyorum.”

 

 

 

   [1]  24 Ağustos 1572’de özellikle Paris’te, protestanları hedef alan  ve sonuçta 3000 kişinin bir gecede öldürüldüğü  katliam. (Büyük Larausse,Sözlük ve  Ans,19.Cilt, Milliyet Yayını)

 

 

ANA SAYFA    YORUM     GERİ

Bu sitedeki eserler yazarın izni olmadan herhangibir şekilde kopyalanamaz veya yayınlanamaz.

Yazıların her haklı saklıdır.