Hit Counter defa okundu

 

FEL    FELSEFE ve ŞİİR

 muhsin şener

 

felsefenin şiire tahakküm ettiğini söylüyor hilmi yavuz.[1] bu savını  da  oryantalizm bağlantılı olarak  “avrupa’ya ait bir felsefe geleneğinin bize ait şiir geleneği üzerinde  hegemonya kurması, olsa olsa, modernleşmenin, bu ülkede bir tür  oryantalizm olarak hayata geçirildiğini kanıtlayan yeni bir örnek sayılabilir, başka bir şey değil! “ biçiminde açıklıyor söz konusu yazısında.  felsefenin şiir üzerindeki bu egemenliğinin  felsefenin, akılsal ve zihinsel, şiirinse akıldışı  ve duygusal  üzerine inşa edildiğine ilişkin platon menşeli vansayım...”a dayandığını da ekliyor.

 

bilindiği  gibi bizde  felsefi görüşleri aktaran, içeren metinlere    “hikemi” sıfatı verilmektedir. bu durum yazının felsefe ile içiçeliğini de gösteriyor. öte yandan  yazının, felsefe ile birlikte; kimi kez yazın ile eşdeğer düzeyde olduğunu da anlatıyor.

 

hilmi yavuz yazısında, felsefenin şiire (ve tabii yazına) egemen olamayacağını ileri sürüyor.  felsefenin şiir üzerinde egemen olmasının modernizmden  kaynaklandığını ve bu durumun  bir tür oryantalizm olduğunu söylüyor.

 

hilmi yavuz’un  bu görüşünü yanlış buluyorum.

 

felsefe önce bir dil sorunu.

adorno’nun andığı gibi[2] “büyük bir yazar da olmayan bir büyük filozof yoktur.”

derrida,  “alman dili, belirgin bir şekilde felsefe için seçilmiş bir yatkınlık, batının sisli diye şikayet ettiği  bir yatkınlık taşır”diye de ekliyor (agy.). ve açıklamalarını sürdürerek “ hegel’in tinin görüngübiliminin veya mantık bilimi gibi  yüksek düzeydeki  metinlerini çevirmek güçse, bunun nedeni  almanca’nın, felsefi kavramlarının kökeninin, çocukluktan itibaren  bilinmesi  gereken doğal bir dilden beslenmesidir;  diye  düşünür adorno. felsefe ile edebiyat  arasındaki kökten bağ da  buradan kaynaklanır; bu bağ köktendir; çünkü aynı köklerden, çocukluğun köklerinden beslenmiştir.” diye bağlıyor.

 

kimi eski metinlerde şiirin “hikemi” bir nitem kazanması, şiir dilinin getirdiği bir olanak.  hilmi yavuz’un “akıldışı, duygusal” tanımlamalarıyla  nitelendirdiği şiir dili,  bu yapı içinde  felsefi sözler söylemeye, felsefi görüşlere kılıf olmaya çok yatkınlık kazanmıştır. “hikemi”lik şiirsel bir dil  üstüne oturuyor. geniş açıdan bakılınca   yazın öne çıkmış oluyor ve   felsefe yazınsallık üzerine bindirilmiş oluyor...

 

elimizdeki “hikemi” nitemli bu metinlere felsefe mi yoksa yazın mı demeliyiz? hilmi yavuz’a bakılacak olursa bunlara  kabaca oryantalizmin yaklaşımı ile  ortaya çıkan ürünler olarak bakmalıyız.

 

oysa durum hiç de öyle görünmüyor.

 

derrida’nın,  adorno üzerinden almanca için söylediklerini biz, türkçe için söyleyebilir  miyiz?

 

galiba temel soru budur!..

 

türkçemize yansıyan toplumsal ilişkilere  değgin söz ve kavramların felsefi  düşünceleri yansıtacak derinlik taşıdıklarını söylememiz çok zordur. böyle bir yaklaşım, türkçemizi  değersizleştirmek demek değildir. türkçenin bir felsefe dili olması için yapılan çalışmalar  ve bu alanda verilen yapıtlar tabii çok önemlidir ve bunlar  bu alanda çok yol alınmasını sağlamışlardır.[3] ne ki bu yapıtlar  felsefenin “çocukluğun köklerinden gelen bir dil olmasını” sağlamaktan çok uzaktır. işte bu nedenledir ki bizde felsefe, şiir üzerinde  egemenlik kurmuş, salt şiir değil, tüm yazın üzerinde de etkin olmuştur.

 

şiir ile felsefe ilişkisini kazdığımızda  şiirin felsefeye içkin  olduğunu  görüyoruz. şiirin felsefi bir  izleği işlemesi aslında onun şiirliğini de ortadan kaldırabilir. böyle bakıldığında  felsefenin şiir içine, o şiiri kuran sözcüklerin  derinliklerinden gelen anlamsal ağırlıkla oturması gerekiyor. sanki şiire felsefe giydirilmiştir. o giysi çıkarılamamalı; çıkarılmak istendiğinde  şiir yok olma ile karşı karşıya kalmalıdır. bu durum, özde ve biçimde şiirle felsefenin eşleşmesi anlamına alınmalıdır.

 

hilmi yavuz yazısında, hilmi ziya ülken’in “ felsefeyi, şiir’den ‘hikemiyat’ diye  değersizleştirdiği  ‘felsefe kırıntıları’ içeren edebi metinlerden üstün görerek platon’dan bu  yana  avrupa akılcı geleneğinin felsefenin şiir üzerinde inşa ettiği tahakkümü yeniden üretiyor”  diyor ve ekliyor:   “işte tam da bu nedenle, felsefenin şiir üzerindeki tahakkümünü, bir yapısöküm’e uğratarak ortadan kaldırmanın, bizim entelektüel tarihimizin bize ait söylemle yazılıp okunması  açısından canalıcı bir önem taşıdığını düşünüyorum.”

bu sözlerden anlaşılan şudur:

 

bizim eski yazın metinlerimizden içlerinde  ‘felsefe kırıntıları’ taşıyanların  ‘entelektüel tarihimiz bakımından’  bize ait söylemle yazılmış bir  tür felsefe metinleri oldukları için  öylece kabul edilmeleri gerekir.

batıda, felsefenin  bağımsız bir alan olarak ortaya çıkması; salt  felsefe olarak okunan kişilerin/ metinlerin bulunması  bizi çokça ilgilendirmemelidir. bizim insanımız bu metinleri okumaz. çünkü onun geleneğinde  böyle bir durum yoktur. o, felsefe diye içinde, düşünce kırıntıları bulunan yazın metinlerini okumaktadır ve bu bizim için  ‘ entelektüel tarihimiz açısından’  önem taşımaktadır.

 

bu görüşlere katılmamız olanaksızdır.

 

önce, entelektüel tarihimiz açısından  içinde felsefe kırıntıları taşıyan metinlerin yok sayılması anlamına gelmiyor  prof. ülken’in bu doğrultudaki eleştirisi. hoca, felsefenin öneminin altını  çiziyor  entelektüellik açısından.  içinde felsefe kırıntıları bulunan metinlerle felsefe diye yetinmenin  anlamsızlığına da işaret ediyor hoca. bu çizgiyi sürdürmek ve geliştirmek durumundadır entelektüel. ne yazık ki bu yapılamıyor.

felsefenin  liselerde  entelektüel yetiştirme  bağlamında bir  ağırlığı olmak gerekmiyor mu? bu soruya olumlu mu olumsuz mu yanıt vereceğimizi hala saptıyamadığımızdandır ki  türkçemiz[4],  kültürümüz ve bilimsel  tabanımız bir türlü derinlik kazanamıyor.

 

bunları hilmi yavuz bilimiyor mu ki?

hem de benden çok iyi biliyor. biliiyor  ya, batının  (her zaman takıldığı) oryantalizmden baktığını düşündüğü için böyle söyleyebiliyor.

oysa, batı dediğimiz  bu çerçeve AB adı ile  bir kültür, politika, ekonomi, güvenlik şemsiyesi olarak bugün artık  bizim de altına girmeğe çaba harcadığımız bir  çerçeveyi oluşturuyor.  küreselleşme  olgusu karşısında  böyle düşünmenin, küreselleşme olgusunun her geçen gün genişlik ve derinlik kazanması karşısında  salt bir tür  kendini tatminden öteye  gidemediği de çok açık.

hilmi ziya ülken’in batılı’lar gibi düşünmesi  hilmi yavuz’a  “ felesefenin şiire olan tahakkümünü onaylama işi prof.himi ziya ülken ‘e mi düşmeliydi? ne yazık ki öyle!” dedirtiyor.

yavuz, hilmi ziya hocanın  kendisi gibi düşünmesi gerekeceğini sanıyor. hoca, bilimsell yapısının gereğini yerine getiriyor. oryantalizm  takıntısı yok.

 

felsefenin, insanın doğa/toplum ve insanlarla ilişkileri  bağlamında  ele alınmasında  ve bu ele alınışın gerek insan ilişkileri ve gerekse felsefe bağlamında  dil ile  ortaya konulmasındaki  hem derinliğini hem de geniş olanaklılığını  gözden uzak tutulmaması gerekiyor. böyle bir genişliği ve derinliği bulunan bir olanağın, felesefe şiire egemen mi değil mi gibi  anlamsız bir soru ile  öteye itilmesi düşünülecek bir şey değil.

 

marx’ın  feuerbach üzerine tezlerinin  11.si “filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumlarlar, oysa sorun onu değiştirmektir”  biçimindedir. Felsefe / şiir çerçevesinde bu tezin anımsanmaması mümkün olmuyor. çünkü  bu teze göre felsefe, yorum esaslı olunca şiire dünyayı değiştirme işlevi yükleniyor. şiir zaten izlenimleri değiştirerek kuruluyor. o değiştirmenin  araçları arasında diyalektiğin ağırlıklı bir yeri var. engels yadsımanın yadsınması (inkarın inkarı) ile ilgili olarak yaptığı açıklamada “herhangi bir a cebirsel büyüklüğü alalım. yadsıyalım onu, -a’yı elde ederiz. bu yadsımayı, -a’yı –a ile çaprparak yadsıyalım, +a2’yi elde ederiz. başlangıçtaki artı büyüklük ,ama daha yüksek bir derecede, karede. burada da aynı sonucun ,+a’yı +a ile  çarparak, bu dolambaç olmaksızın  da elde edilebilmesinin hiçbir  önemi yok, bu da +a2’yi verir; çünkü yadsınma +a2’de  öyle sağlam yerleşmiştir ki karekökü yalnızca +a değil ama bir o denli  zorunlulukla –a’dır da; ve bu durum ikinci derecede  denklemlerde büyük bir pratik önem kazanır. yüksek matematikteki” türev, integral” bir tür yadsıma ve yadsımanın yadsınmasıdır”[5]

engels’in  değişimi ve değiştirimi diyalektik içinde ortaya koyan bu sözleri,  şiirin sözcüklerle  ortaya koyduğu  şiirsel gerçekliğin ta kenedisinin tanıtılmasıdır. Şiir, bölyle bir değişime yaslanmaktadır. şiirin böyle bir değiişimi gerçekleştirmesi demek onun, diyalektikle el ele olması demektir.  Bu, şiirin  algılamadan başlayan ve yazılıp bitirilmesiyle sonuçlanan tüm evrelerinin doğru olduğunu açık açık söyleyebiliriz.  yoksa şiir  doğru bir taban üzerinde durmaz,duramaz.

 

bu arada felsefe, salt bilgi aracılığı ile  dünyayı yorumlamış oluyor. bu yorum  engels’in işaret ettiği  değişitirme işlevini içermiyor. yorumlanan madde değişmiyor ya da yeni bir kimlikle önümüze  konmuyor. madde aynen duruyor. ne ki onun şöyle mi böyle mi analaşılması gerektiği gibi bir yaklaşım  üzerinden  düşünülüyor. Felsefe, böylece bilgiyi değişitirmiş olmuyor, onu  çeşitli varyasyonlar içinde  değerlendiriyor.

şiir ise bilgiyi, diyalektik aracılığı ile yeniden yapılandırıp onun hiç bilinmeyen ve görülmeyen / görülemeyen yanını öne çıkararak  yepyeni bir şey kokuyor  ortaya.  bilgi olarak yansıyan dünyanın,  yeni baştan kurulması demek olan bu yapı, onu (  dünyayı ) yenilemek demektir.

biri yorum, öteki ise değiştirim  esaslı bu iki  yaklaşımın  ayrı alanlar halinde yaşamaları gerekiyor. felsefenin şiiri etki altına alması, şiirin de bir tür yorum olmasını getiriyor ki bu, çok önemli yanlışlıkların da kaynağını oluşturuyor. çünkü  dünyayı değiştirme esaslı olan şiir, felsefe içinde,  ancak bir  yorum olabiliyor. şiirin dünyayı değiştirme işlevi tümden ortadan kalkıyor.

 

bunu unutmamak gerekiyor.

 


 

[1]  hilmi yavuz, felsefenin şiir üzerindeki tahakkümünün sökülmesine dair notlar, zaman gazetesi, 29 mart 2002-05-05

[2]  jacques derrida,  yabancının  dili, le monde diplomatique, türkçe ocak sayısı, s.25

[3]  arda denkel’in, teo grünberg’in  bu alandaki yapıtlarını anmalıyız...

[4]  hasan bülent kahraman’ın 6 mayıs 2002 günlü  radikal gazetesindeki köşesinde  bu konuda neo-türkçe  başlıklı yazısına bakınız.

[5]  marx – engels, felsefe metinleri, sol y., ank.  1999,s. 178

 

ANA SAYFA    YORUM     GERİ

Bu sitedeki eserler yazarın izni olmadan herhangibir şekilde kopyalanamaz veya yayınlanamaz.

Yazıların her haklı saklıdır.