Hit Counter defa okundu

 

OZANLAR VE ŞİİRLER ARASINDA....

 

 

 

Muhsin ŞENER

1.

 

Orhan Tüleylioğlu’nun  Her Karşılaşma Bir Veda[1] adını taşıyan son şiir yapıtı epeyi zamandan beri masamın üstünde duruyor. Okunmak için değil yazılmak için. Çünkü Tüleylioğlu’nun Kitapkurdu’nda onu elime tutuşturduğu günlerin hemen ertesinde yapıtı merakla ve tat alarak okumuştum. Anların Tetiği (1994)’nden  bu yapıta gelene değin çok şeylerin değiştiğini  gördüm. Onun şiiri artık daha oturmuş bir şiir. Ne yaptığını bilen bir ozandır o.

 

Önce, galiba sesi dinliyor  Tüleylioğlu;  şiirin sesini...O sesi ne zaman yakaladı işte o zaman oturup yazıyor şiirini. Çünkü tüm şiirlerinde böyle bir ses  zenginliği,  bir sözcüksel senfoni var. Kimi kez  özellikle geniz  (n,m,l) sesleri üzerinde  daha mı çok çalışılmıştır sorusu gelip kıvrılıyor?  Bu seslerin  şiirleri saran  havası gerçekten  şiirsel  büyüyü daha da artırıyor. Ozanlar çoğu zaman şiirsel bir giz ortamı yaratmak için söze yüklenerek onların dizelerdeki bağlaşıklıklarından ortaya çıkan  özellikle çağrışımsal boyutların,  derinliklere ulaşan  gizil ortamından yararlanmak istiyorlar. Tüleylioğlu böyle yapmıyor. Bunun bilinerek oluşturulmuş bir yapısal nitem olduğunu sanıyorum.

 

Öte yanda böyle bir  yapılanmanın gerisinde yatan yaşama  karşı duyulan sonsuz sevgi ve bağlılık var gibime geliyor. Ancak diye düşünüyorum, yaşama karşı duyulan böyle bir bağlılık  şiirlere (n) gibi,(m), (l) gibi geniz seslerinin getireceği  bir senfoni ile anlatılabilirdi...

 

Seslerle kurulacak imgelerden söz ediyordu  Todorov. Tüleylioğlu’nun bu son yapıtındaki şiirlerde bu durumu somutlayan şiirler  vardır. Tabii bu ürünler, özellikle yapılmış bir çalışma ile değil doğayı ve ilişkilerimizi  algılarken  yaslandığımız  alımlama boyutuyla   oluşturulabilmiş şiirlerdir. Ne denli uğraşılırsa uğraşılsın  yapısal bir nedene dayanmayan böyle bir nitemi şiire ya da sanatsal ürüne oturtmak ya da yerleştirmek olası değildir.

 

Burada Jakabson’un seçme ve yerleştirme düzeylerini de anımsamak gerekiyor. Tüleylioğlu bu işlemi doğru ve yeterli düzeyde gerçekleştirmiş  bulunuyor.  Anlamsal boyut için  ilk  gerekirlik olan bu  çaba,  hemen onun yanında  sessel bir imgelem kurmak için de bir boyut içerecekse eğer  bu, ozanın verdiği örnekler gibi yapılabiliyor.

 

yaşamın kayalıklarına takılan olta

yaprakları zamana gecikmiş

bir takvim asılı durur duvarda

oysa gecikmiş olan ne varsa

erken bir bahara benzen yaşanınca

(Yüreğin Güneşten Kılıcı,  s.9)

 

 

dizelerinde ki bol sesi ve bu sesin  şiire kazandırdığı senfoniyi elle tutabiliyoruz sanki...

 

Şiirin  yeni bir söz dizimine dayanılarak yeni bir dil olduğunu çok iyi bilenlerdendir Tüleylioğlu. Yapıtı bunu somutluyor.  Bu  yapısallığa  kimi kez içeriksel boyutlar da ekliyor. Örneğin betim konusu, şiirlerde çoğu kez  şiirliği zayıflatan ve giderek ortadan kaldıran  bir öğe olmuştur.  Özellikle güzel sıfatiyle anlatılabilecek olan görünümlerin betimlenmesinde  salt  bu güzelliğin söylenivermesi, anlatılıvermesiyle şiirliğin kurulduğu yanılgısına düşülebiliyor.  Bu nokta çok yanıltıcı olabiliyor.  Çünkü güzellikle şiir arasında doğal bir bağ kurulmuştur. En azından bilinçlerde vardır böyle bir yaklaşım.  Betimin şiir sanılması da bu önyargıdan doğuyor. Oysa betim şiir değildir.  Betimin  içeriği  de ne denli güzel şeyler söylemiş olursa olsun yine şiir olamaz. Çünkü içerik şiir değildir. Şiirlik, biçimle ilgilidir. Nasıl söylendiği, yazıldığı ile ilişkilidir. O nedenledir ki  betimle şiir arasına  ayırıcı bir kalın çizgi çekmek gerekiyor.

 

Tüleylioğlu,  betimi  şiirine yeni bir sözdizimi  ile birlikte koyuyor. Bu yeni sözdizimi, betimi içeriksel boyutunun dışına taşırarak ona biçimsel bir boyut kazandırıyor ve şiirliğe katkı  yapmış oluyor böylece.

 

bir şiirde kalacak yer arayan  gülüşün

boşluktan koşarak geçiyordu her sözcükte

düşlerde gülmekse yakındır bir hüzne 

(Düşlerde Gülmekse,s.11)

 

dizelerinde   geçen /gülüş/  kavramı, ilk dizede   /kalacak yer arayan/  biri olarak karşımıza çıkarken  kimlik değiştirerek kişilik kazanıyor.  Böylece  daha ilk dizede  içeriksel boyutta bir yeniden anlamsallık kazandırma çabası ile karşı karşıya kalıyoruz. Sonra, dizelerdeki  sözcüklerin  bir yanına  ayağının ucuyla da olsa basarak,  şiirin dizeleri arasında dolaşan  ve ilk dizedeki çabasını,  yani şiire yerleşmek isteğine uygun çabasını sürdürmektedir. Böylece ikinci dize içinde de  yeniden düzenlenmiş, hem mantık hem de  sözdizimi yer almaktadır.  Ardından  gelen üçüncü dize, bu iki dizenin  bağlantısını sağlıyor. Böylece üç dizeden oluşan bir yeni dil karşımızda yer alıyor ki bu dizelerin içinde hem içeriğin yeniden düzenlenmesi biçiminde bir şiirsel çaba hem de biçimsel yapılanmayla oluşan bir şiirsel çaba içiçe geçiyor.

 

Yukarıda sözünü ettiğim betim konusunda  bir küçük örnek üzerinde daha  durmak istiyorum:

 

sevdiğim bütün sokakları kazılmış

bir kıyı kasabasında

sanki bir geçit aranıyordu aydınlığa

(Sihrini Yitiren Fülüt,s.14)

 

Bu üç dize içinde   sokakları kazılmış bir sahil kasabasında aydınlığa çıkmak isteyen birinden söz ediliyor. Ağırlık, sokakları kazılmış kasaba betimindedir. Böyle bir görünüm var... O kazılan sokakları seviyor ozan.  Onların kazılmamış halini seviyor. O durumları  ozanı   aydınlığa çıkarıyor. Ona aydınlığı getiriyor. Şimdi ise  karşısında bulunan kazılmış sokaklardan  o eski aydınlığa ulaşabileceği bir geçit arıyor. Belki de biriyle, sevgilisiyle belki de...Kimbilir?.. Belki  sevgilisiyle aralarındaki sevginin mayalanıp koyulaşmasına, köpürmesine o eski sokaklar doğrudan karışıyorlardı...kimbilir?..

 

Doğal olarak, kazılmış sokaklarla karşı karşıya duran ozan,  bu yeniden oluşumu anlamlandırmaya çalışırken ondan yeni bir boyut da çıkarma çabası içindedir.

 

Yukarıda sözünü ettiğim betimin güzellikle birlikte bulunması, onun şiirliği giderek ortadan   kaldırmasını,  o betimi yeniden kurarak  ve yeni bir sözdizimi ile birlikte sunmanın gerçekleştirdiği  apaçıktır.  Böyle bir çaba gösterilerek şiirlik, yeni baştan ve istenildiği gibi kurulmuş,  içeriğin sırtına  yüklenilmekle yetinilmemiştir.

 

Bu  çaba önemlidir.

 

taşıyorum yağmurlardan

gölgelerin kıyılarına

sesi rüzgaala birleştiren

geceyi ve düşü

(Yön Oku,s.23)

 

dizelerinde /ses, rüzgar, gölgelerin kıyısı, yağmurlar/  kavramları  şiirliği sağlayan kavramlardır. Kavramların tümü somut kavramlar olup  bir betim için kullanılmışlardır.  Sesi,  yağmurlardan  kaçırarak gölgelerin  kıyısında,  rüzgarlarla birleştiren geceyi ve düşü taşıyan biri vardır  dizelerde.  Hemen anlaşılacağı gibi  betimlenen şey/şeyler somut  gibi görünmekle birlikte somut değildirler aslında. Bir tür hayaldir  o “sesin yağmurlardan kaçırılması;  gölgelerin  kıyısında rüzgarlarla birleşen gece ve düşü  taşımak....” gibi durumlar hiç de somut durumlar değildir. Oysa “ses, yağmurlar...,gölgeler, rüzgarlar, gece....” hep somutturlar. Ne var ki bu somut kavramlar yeni bir içeriksel yapılanma ile yeni bir sözdizimi içinde ve yeni bir betim olarak şiirleşip  bize sunuluyor.

 

Tüleylioğlu’nun Her Karşılaşma bir Veda adını taşıyan son yapıtı gerçekten iyi şiirlerin  bulunduğu bir yapıt.

Tüleylioğlu’nu kutluyorum.

Yeni ürünlerini merakla bekliyorum.

 

2.

Şavkar Altınel’in Donuk Işıklar’ı[2] elimin altında  uzun süreden beri duruyor, hem okunmak hem de yazılmak için... Bu yapıt onun bir  toplu şiirler yapıtıdır. O nedenledir ki şiiri için bu yapıtın incelenmesi yetiyor.

 

Altınel’in  yapıtını şiirbilim açısından ele alıp değerlendirmenin gerekliliği de ortaya çıkıyor. Yapıtın arka kapağında  çok ilginç  değerlendirmeler var.  Bu değerlendirmeler  kişiyi yapıta çok olumlu bir biçimde yönlendiriyor. Onda çok  başarılı şiirler bulacağınızı sanarak alıyorsunuz elinize.

 

Altınel, yer yer  derinliği olan şiirler  getiriyor. O, yaşamından etkisi altında olduğu kesitleri  şiirleştirmiştir diyebiliriz. Bu etkilenimi çok başarılı biçimde verdiği şiirler vardır yapıtta.

 

Odalara göz at,

hayatın çöpünü bırak arka kapının önüne

......................

köz kalmadığına emin olmak için

bitmemiş şiirini yaktığın

şöminenin küllerini karıştır,

..........

...........

(Hiçbir Yerde Olmamak,.65)

 

Hiçbir Yerde Olmamak başlıklı şiirinden alınmış  bulunan yukarıdaki dizelerden  ulaşabileceğiimiz sonuç  Altınel’in,  derinliği olan şiirler yazdığıdır. Şiirlerine derinlik kazandıran öğenin ise  seçtiği kavramların yakın anlamsal bağlantılarıyla oluşan  ortak bir zeminde  yer almasıdır. Böylece şiir  ta derinlerdeki  zemine ulaşabilmek için oldukça uzun bir yol katetmek durumunda kalacaktır ki bu da o şiire bir derinlik vermektedir.  

 

/köz, bitmemiş şiir, kül, hayatın çöpü/ kavramları  yukardaki dizelere başka bir  derinlik veriyor. Bu kavramları  ayrı ayrı ele aldığımızda sözünü ettiğimiz  ‘başka derinlik’in nasıl sağlandığı anlaşılıyor:

 

köz:  eskileri anımsatan; derinlikleri....;anıları...;geçmişi...; onları... anımsatan....

bitmemiş şiir:  şiir bitmez zaten; şiir olduğu için bitmez. Tıpkı köz gibi... Tabii bitmemişin şiiri denildiğinde ise  bu nitemi biraz daha çoğalmış, artmış oluyor.

kül:  eskiler...;derinlikler...;anılar...; geçmiş...; onlar...anımsanııyor.

hayatın çöpü:  yaşamın kalıntıısı...; yaşamdan kalanlar...;yaşamın tortusu...; yaşamın aslı...;yaşamın etkileyeni... demektir.

Bu dizelerde /köz /, /kül/, /hayatın çöpü/  arasında  bir tür tesanüp vardır ya da tenasüp sanatı  olduğu düşünülebilir.[3]

 

Öte yandan /köz, bitmemiş şiir, kül, hayatın çöpü/ kavramları arasındaki diyalektik ilişkiyi görmezden gelemeliyiz. Bu kavramların, anlam  alanlarının tümünü kapsayan bir zemini vardır. Bu zemin, doğal bir zemin olup  belki de unutulmayan, eskimeyen  sıfat-fiilleriyle  belirtilebilecek olan bir anlamsal zemindir. Diyalektik bağlantı da böyle bir zemin üzerinde bulunmalarından kaynaklanmaktadır.

 

Ancak, Altınel,  çoğu şiirinde doğrudan doğruya oykü anlatmaktadır. Böyle bir  yöntemi şiirde  kullanmakta hiçbir sakınca görmüyor. 

 

Öykü  ayrı bir tür,  şiir ayrı bir türdür.  Şiirde  olay anlatmanın  şiire bir katkısı olabileceğini  düşünmek temelden yanlıştır.  Bu yolu, yapıtın arka kapağında,  Fethi Naci’den yapılmış alıntıda  belirtildiği gibi  “Apollinaire” in de kullanmış olması,  şiirde öykü anlatmanın  doğru olduğunu hiç mi hiç göstermiyor.  Apollinaire’in ünlü bir Fransız ozanı olması,  hiçbir zaman  örneğin  Altınel’i ya da onun gibi bu yolu seçenleri ve uygulayanları haklı  çıkarmıyor!.. Salt şunu gösteriyor: bu kişiler şiirde öykü anlatmışlardır.  Anlattıkları öyküler beğenilmiştir.  Ne var ki şiir değildir onlar.  Şiir biçiminde yazılmışlardır ne ki  öyküdürler.

Çok yazdığım için bir kez daha yinelemek istemiyorum ya,  başlıklar halinde de olsa söylemeden geçmeyi de  hiç düşünmüyorum: şiir, anlamsal bozmanın mutlak olarak  yapılması gereken bir alandır.  Anlamsal bozma, yeni bir sözdizimini gerektirir. O da yepyeni bir dili... Öte yanı bir masaldır ve boştur!..

Bu  anımsatma yeter sanırım!..

 

sonra, yavaşça belirivermesi gibi

banyo edilen bir fotoğrafın

kesinlik kazanmaya

başlıyor biçimler

ve renk sızıyor manzaraya

(s.11)

 

bu beş dizeyi, hiçbir sözcük katmadan düzyazıya çevirebiliyoruz:

“sonra, banyo edilen bir fotoğrafın yavaşça belirmesi gibi kesinlik kazanmaya başlıyor biçimler ve manzaraya renk sızıyor”

 

Hiçbir sözcük eklemeden ve çıkarmadan oluşturulan bu tümce,  bir düzyazı tümcesidir. Düz bir mantıkla düzenlemiştir tümce... Bir derinlik boyutu yoktur. Bir çağrışımsal boyut içermemektedir. Sözdiziminde  yapılmış (devrik tümce biçiminde  düzenleme yapılması dışında)  ve bu şiirin dili denebilecek bir yapı da  oluşturulmuş değildir.  Salt  Altınel’in imzasını taşımaktadır o kadar...

 

Bu durumun, şiir olmaya yetmediği ise açıktır.

 

Tüleylioğlu’nun şiirinde dokunduğumuz  betim konusu,  Altınel’in şiirinde de önümüze çıkıyor.

 

 Altınel betimi, düz bir mantıkla şiirlerinde boylu boyunca kullanıyor ve bunda hiçbir sakınca da görmüyor. Oysa betim, şiir demek değil ki!..

 

Gece yağan karın altında kasaba;

karşı yamaçlaarda camlar gümüş rengi,

kuşlar dizili elektirik tellerinde.

                                                    (Kristal,s.15)

 

İri damlalar dövüyor

gözetleme kulübesinin çinko damını;

 

gölün karşı kıyısında ağaçlar

hışırdayarak ürpertiyor arada bir

                                          (Pastoral,s.20)

 

bu dizelerde görülen  betimden başka bir şey değildir ve böyle dizeler yapıtta oldukça çoktur.

 

3.

 

Mehmet Çetinkaya,  Adana’da  Söylem’i çıkaran bir ozan.

 Söylem, taşrada yayımlanan yazın dergilerinin en iyilerinden biridir. Önce kapsamlı bir yazar kadrosu var. Yazıların  bir özenden  hız aldığını   söylemeliyiz.  Söylem,  bir bölge dergisidir denemez hiçbir zaman. O, Adana’da yayımlanan  bir yazın dergisidir ve yurt çapında bir dergidir. Basımında, tertip ve düzeninde  Çetinkaya’nın bizzat  emeği vardır. O nedenledir ki özenli bir dergi Söylem.

 

Çetinkaya’nın  Aşklar Yaşatır Aydınlığı[4] adını verdiği şiir yapıtı  dikkat çekiyor. Önce şiire çok yakındır  o. Duygulu bir algılaması var. Çoşkulu olmaktan çok hoşlanıyor.  Birçok çoşku dolu şiiri var bu yapıtta.

 

Ey pamukların hatırına yaşayan

 yaşlı pıtrak/sustuğuma bakma

kanla

kırmızı karanfil arasındaki çizgidir

 yüreğimde devinen

                                              (s.11)

dizelerinde bu coşkuyu görebiliyoruz ve elle tutabiliyoruz.

 

Çetinkaya’nın  zaman zaman  çelişkilere düştüğü, sıfatları kullanırken  özenli davranmadığı, kendi şiirinin dilini oluşturmada özenli davranmadığı ve şiirlerini işlemeden yayımladığı  anlaşılıyor. O nedenle daha özenli davranması ve  bolca şiir okuması, çalışmaları üzerinde özenle durması  beklenir.

........

.........

..........

Yalpalayan gülüşlerin sınırında

 

Oysa oltası göbeğinde gezen

kadınlar gördüm

gördükçe gözlerim güldü

(Islık Şarkılar,s.74)

 

 

İncecik incileri sardıkça sırlar

ezgilerde tınısı titrer halayların

ertelenen ağıtlardan süzülen gözyaşı

volkanları uykusuz renklere benzer

(Yediveren Gülüşler,s.77)

 

 

yukarıya alınmış bulunan bu dizelerde  ilginç  örnekler  bulunuyor.

/oltası göbeğinde kadın/ hoş olmayan bir deyimleme gibime geliyor. Burada ne söylenmek istenmişse onun açıkça belirtilmesinde yarar vardır. Çünkü  bu söz  grubu ile öyle sanıyorum ki bir eleş

tiri getirilmek istenmiştir. Çünkü  son dize bunu anlatıyor.  Böyle durumlarda, yani açıkça eleştiri yapılması gereken durumlarda şiire değil düzyazıya başavurulmalıdır. Çünkü şiir,  bildiri için yazılmaz/yazılamaz.

 

Çetinkaya’nın yeni şiirlerini bekliyorum.



1. Orhan Tüleylioğlu, Her Karşılaşama Bir Veda, Şiirler,hera şiir,İst.1998

 

2 . Şavkar Altınel, Donuk Işıklar,şiirler, Adam y.,İst. 1997

 

3 . Anlam yönünden biribirine benzeyen sözcüklerin bir arada kullanılmasına tenasüp deniyor.

 

4 . Mehmet Çetinkaya, Aşklar Yaşatır Aydınlığı, şiir, Özgün yayınları, Adana,1998

 

 

 

ANA SAYFA    YORUM     GERİ

Bu sitedeki eserler yazarın izni olmadan herhangibir şekilde kopyalanamaz veya yayınlanamaz.

Yazıların her haklı saklıdır.