Hit Counter defa okundu

Popüler Kültürün Ettikleri

Muhsin Şener

İkibinli yıllarda popüler kültür,  coğrafyamızın  her noktasında yaygınlık kazanırken bir yandan da derinlikler elde ediyor. Buraya çok iyi bakmak  gerektiğine inanıyorm ben.

 

Popüler kültürün  çok ilginç bir  ikna gücü var. Önce halka dayanıyor bu kültür. Halk kültürüdür popüler kültür. Onu yeren ve eleştiren kim olursa olsun hemen ‘halka rağmen....’, ‘halka karşı olunur mu?’ falan gibi ne olduğu çok açık olmayan maymuncuk laflarla eleştirilebilmektedir. Bu eleştiriler  popüler kültür için konuşmak ve yazmak isteyenleri engelliyor.

 

Konuya yansız ve tarafsız yaklaşılmasının  ise  bilgi çağında hiç  önemi yoktur. Çünkü teorisi, yöntemleri, etkileri...vb. Belli olan bir alandır artık popüler kültür. Hem  türk yazarlarının  bu konudaki yapıtları hem de yabancıların yapıtlarının önemli bir bölümü  dilimize çevrilerek yayımlanmıştır. Artık,  konunun kavranması gibi bir sorun yoktur.

 

Posmodernin   dayattığı, ayrıntıların öne çıkarılması sorunsalının  popüler kültür içinde kullanılması özellikle bizim coğrafyamızda  oldukça hırpalayıcı sonuçlarla karşılaşmamıza yardım etmiştir. Ayrıntı olarak görülen  kimi  yapılanmalar,  popüler kültürün öne çıkarılmasıyla birlikte,  ilke düzeyinde önem taşıyan konular oluvermiş görünüyorlar. Etnik, dinsel, inançsal konular hep bu ayrıntıların öne çıkarılmasından ötürü  popüler kültürün bir öğesi olarak  önümüze atılıvermiştir.

Bu yolla etnik niteliklerin öne çıkarılması ve onlar üzerinde  çalışılması  giderek  bir ‘insan hakkı  ve özgürlük’ olarak dayatılabilmektedir. Çok eski zamanlardan beri  insanların yaşadıkları türkiye coğrafyasının  yeni ve eski  uygarlıkların geçişyolu üzerinde bulunması  bu topraklar üzerinde  birçok etnik  kökenli insanın yaşaması ve kültür kurmasına neden  olmuştur. Coğrafyamıza  bu noktadan bakıldığında  yanılmıyorsam en az on üç etnik kökenden söz edilebilmektedir. Kan bağına dayanan  bu etnik  yapılanmanın,  popüler kültür içinde öne çıkarılmasıyla  ortaya yepyeni, kanbağına dayanan  toplumsal yapılanmalar  çıkmaktadır. Bunların hem bireysel hem de toplumsal  kimi istekleri  insan hakları kapsamı içinde  ileri sürülerek  güncellik kazanabiliyor. Söz konusu isteklere karşı çıkılması,  insan haklarına karşı çıkmak  gibi değerlendirilebiliyor ve hem yerel hem de evrensel komuoyundan müthiş bir tepki alabiliyor. O nedenledir ki  en azından hoşgörü ile yaklaşılmaya çalışılıyor konuya. Oysa, böyle bir tutum sorunu kolayca gözden uzaklaştırabiliyor.

 

Kanbağına dayanan etnik yapılanmalara 21.yy’da  hoşgörü ile yaklaşmanın bedelinin  çok ağır olacağı unutuluyor. Gücünü kanbağından alan  o kadar çok  yapılanma ortaya çıkıyor ki bu hoşgörünün uzantısında... Bunun ayrımında olunamıyor belki başlangıçta. Kürtçe-türkçe tartışması bu bağlamda ele alınması gereken bir konudur. Türkiyenin dili türkçedir ve bir türk alfabesi vardır. Bu topraklar  üzerinde yaşamakta olan insanlar birbirlerine ve ülkelerine  anayasal  vatandaşlık bağı ile  bağlıdırlar.

Şimdi evinde kürtçe konuşulan bir ailenin  kürtçe yazmayı da istemesi görünüşte çok masum bir istek olarak çıkıyor ortaya. Ne ki bu isteğe evet demenin  kanbağına dayanan  toplumsal  yapılanmaya  olanak tanımak  anlamına geldiği  niçin unutuluyor? Herşey demek olan dilin de böyle bir etnik yapılanmaya dayanmasını hoşgörerek  yeni bir alfabe ile yazılmasına  olanak tanımak  bu etnik yapılanmayı daha da  güçlendirmiş olmayacak mı? Uluslaşma sürecini henüz tamamlayamamış olan  türkiye’de  böyle bir parçalı yapılanma  giderek  parçalanmayı  dayatmayacak mı?

 

En  çok rahatsızlık veren dinsel kökenli yapılanmalardır. Bu yapılanmaların inanç esaslı yapılanmalar olması,  hem açıklanmalarında ve hem de kavranmalarında önemli  sorunlar yaratmaktadır. İnancı gereği  öyle davrandığını ileri sürerek  bu davranışının bir hak ya da özgürlük olduğunu savunmak, kolay kolay karşı olunamayacak bir durumu  dayatıyor çoğunca. Epeyce zamandan beri türkiye’de yaşadığımız ve şu aralar fransa’da da yaşandığını bildiğimiz  türban konusundaki tutum bunlardan biridir. Türbanı inancı gereği  kullandığını ileri süren bir kişinin bunun özgürlüğü olduğunu  söylemesi  düşüncesini güçlendiriyor tabii. Ve çevresi bu tutumu karşısında en azından sesini çıkarmamayı yeğliyor. İnsan hakkı önemli bir haktır ve karşısında  herhangi bir ters tutum alınması istenmiyor.

 

Acaba özellikle inanca dayanan davranışların  bir özgürlük konusu olduğunu ileri sürenlerin bu düşünceleri karşısında  insan hakkına saygıdan ileri gelen bir  tutumla hoşgörülü olmak doğru mudur?

 

Hak ve özgürlüklerin inanca yaslanmasının  hemen bir adım ilerisinde  ‘öteki’nin hak ve özgürlüğü ile ilgili  bir sınıra geliniyor. Türban takmakta direnen kişinin bu tutumu, giderek takmayanlara karşı  en azından bir  tür kıskançlık ve kendini onlardan aşağı görmek gibi bir  duygunun etkisi altında kaldığını  anlamak gerekiyor. Bu duyguya kimi  kez tanık olunabiliyor. Çoğunca da tanık olunmamasına karşın  böyle bir  derin etkinin bulunduğu  seziliyor. Tabii bu tür yapılanma yayıldıkça bu kez esas olan türban kullanmamak hali  eleştiri masasına yatırılarak  yargılanmaya başlanıyor. Bu çok önemli bir durumdur.

 

İnanca dayalı  olduğu ileri sürülen hak ve özgürlüklerin   bir başka özelliği ‘hak/özgürlük mü?’ yoksa ‘kültür  mü? Olduklarının açıkça anlaşılmamış, anlaşılamamış olmasıdır. Konuya  ‘hak/özgürlük’ kapsamında bakanlar,  insan hakları kavramına sığınarak  istedikleri gibi davranabiliyorlar. İnsan hakları, 21.yy.’ın  ya da bilgi çağının ana kavramlarından biri ve belki de en önemlisi. Karşı çıkılması çoğunca anlamsız tepkilerle  karşılanıyor.

Oysa, inanca dayalı  bu davranışların kültür olduğu açık.  Bu davranışları yapanlar ya da ileri sürenler  ‘öyle yaşamak’ istediklerini de üstüne basa basa belirtiyorlar. Yani  bu davranışlar onların yaşama biçimini  belirliyor. Giderek herşeyin önünde yer alıyor bu davranışlar. Türban bunlardan biri. Sonra, inanca yaslanmış bir davranışın gerçekten yaşam biçimini  doğrudan etkilediğini her alanda görüyoruz. İnanç bir yaşama biçimi dayatıyor demek ki. Kültürde zaten  bir tür  yaşama biçimi değil mi?

 

Konuya böyle bakılınca örneğin türban takanların  ya da türbanlarını çıkarmamakta direnenlerin  kültürlerini  başkalarına dayattıkları açıkça ortaya çıkıyor. Daha önemlisi bu insanlar kültürlerini bize, bir ‘hak/ özgürlük alanı’ymış gibi dayatmış oluyorlar. Oysa  onların yaşadıkları bu külktürü neden başkaları da yaşamak zorunda olsun? Bu onların doğal hakkı  gibi görünse bile  bir kültür alanı oluşturduğunda  ve kültür de yaşanmak durumunda olununca  masum insan isteği olmaktan çıkıyor.

Türbanın böyle bir niteliği bulunduğunu düşünenlerdenim ben.

 

Popüler kültürün  epeyi zamandan beri dayattığı bir şey var: türkü... radyolar,tv kanalları  türkü programlarıyla dolup taşıyor. o denli çok sayıda türkü  söyleyen sanatçı(!) var ki...bu durumun  altında  yatan gerçek, köyden kente göçün  radyo ve tv yayınlarının yapıldığı,radyo ve tv yayınlarında kullanılan  ürünlerin  üretildiği  yerlerde türkünün  müşterisinin  giderek artması. Gerek türküleri üretenlerin ve gerekse onları söyleyenlerin ve tabii  türküleri yayınlayanların hiç de ayrımında olmadıkları  oldukça önemli bir gerçeklik var: türkü,türkü!...denilerek popülizme  önemli ölçüde katkıda bulunmak...

 

Türkü, popüler kültürün bir aracı. Onunla  halkın duygu ve düşüncelerinin  yansıtılması sağlanabiliyor. Türkü  nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve toprakla,tarımla uğraşanların  ürettiği bir ürün. Türkü ne yeni  bir kavrayış ve anlayış getiriyor ne de  mevcut olanı değiştirecek bir  güç. O daha çok insanla toprak ve o çerçevedeki  ilişkileri işleyen, içe dokunan   bir ürün.

Türkünün popüler kültür, popüler yaşam içinde öne çıkarılmasındaki mantık  tıpkı  operaların yerine operetlerin öne çıkarılmasındaki mantığa benziyor.[1] Türkü  kültürünün ‘basitliği’ ile  yetişmiş olan  yeni paralı kitleler,  kendilerini çok iyi duyumsadıkları, yansıtıldıklarını gördükleri ve hiç de aşağılanmadıklarına tanık oldukları; ‘aşağılanma’ duygusunu, ‘gelenekselliğe’ yaslanarak  kolayca yendikleri, kovdukları bir alan  olduğundan türküyü sevdiler. Bu yapı içinde ise türkünün ‘gelenekseli’ öne çıkardığını ve onun sürmesinin istendiğini nerden bileceklerdi?

 

Türkü bu durumuyla beğeniyi hep ortalamanın çok çok altında tutuyordu ve o düzeyde kalmasını sağlamaya  devam ediyor.

Türkü, ortanın altındaki bu beğeni düzeyine göre oluşan  basit bir estetiği,kaba bir estetiği; geliştirmeyen,körelten bir estetiği sürdürüyor.

Tüm dünya, sanayi sonrası bir dünya olurken,  türkü  ile türkiye insanı, hala toprakla uğraşan insanların  kavrayış ve anlayış, bilgi ve kültür, beğeni ve estetik düzeyini sürdürmekte  sanki direniyor.

Türkü bu yapısıyla ve getirdikleri ile  halkın gelişme ve yükselme düzeyini sürekli olarak dörpülemeyive kısırlaştırmayı hala ve hala sürdürüyor!...

 

Hemen hergün bir çok yeni türkünün ve türkücünün (ki onlar kendilerine sanatçı denilmesinden çok hoşlanıyorlar(!)  piyasaya çıkması, ‘günlük’ ürün ve ünlülerin parlayıp sönmesi ve hemen unutulması;hem içerik hem de biçim yönünden çok  primitiv ürünlerin yaygınlaşmasına ve bu yaygınlığın  derinlik kazanarak alışkanlık haline gelmesine yaramıştır. Böylece,  bir düzeysizlik ve sığlık adeta organikleştirilmiştir. Bu durum, salt müzikte değil, öteki  sanat alanlarında da görülmeğe ve yaşanmağa başlanmıştır. Örneğin şiir ve şair ‘görsel’in bir aracı olabiliyor artık!...vücut dilini ve sesini kullanarak  duygusal laflar edenlere ‘ozan’  denilmeğe başlanmıştır ve böyleleri çok da tutulur olmuşlardır /olmaktadırlar.[2]

Popüler kültürün bize ettiklerinin bu canlı örneklerini  daha da çoğaltılabiliriz.

 

Popüler kültür  alanı içinde  bugünkü karmaşa ve bugünkü bulutlu hava aydınlanana değin,  dileyelim ki  etnik ve inanç kökenli  davranış ve tutumlarla gelenekselliğin sürdürülmek istenmesi,  toplumsal yaşamımızı  içinden çıkılamayacak  hale getirmesin.

Çağdaş  toplum olma yolunda  harcanan onca   çaba boşa gitmesin ve tekrar  geriye dönülmüş olmasın.

 


 

[1]ünsal oskay,kitle iletişiminin kültürel işlevleri, der y.,istanbul,2000, s. 87;  (48) nolu  dipnota bkz.

[2] Agy.,s.90

 

ANA SAYFA    YORUM     GERİ

Bu sitedeki eserler yazarın izni olmadan herhangibir şekilde kopyalanamaz veya yayınlanamaz.

Yazıların her haklı saklıdır.