SAHİ,
ŞİİR
YAŞAMIN
NESİNE/NERESİNE
VURUYOR?
Muhsin ŞENER
“Ve yazan kişi bitmez tükenmez
ile ardı arkası kesilmeyeni “kavramış”,
onu söz olarak işitmiş,onunla uzlaşmaya varmış,
isteğine boyun eğmiş,onda kendini yitirmiş
ve bununla birlikte onu gerektiği gibi sürdürmüş olmak için,
onu durdurmuş,bu kesilme içinde onu anlaşılabilir kılmış,
onu bu sınıra sıkı sıkıya bağlayarak dile getirmiş,
onu ölçerek ona egemen olmuş kişidir aynı zamanda.”
Maurice Blanchot
(Yazınsal Uzam,Çev.S.Öztürk Kasar,YKY.İst.1993,s.33)
Blanchot’nun özenle saptamaya çalıştığı bir gerçeklik elle tutulabiliyor: Örneğin şiir,
yaşamın tükenmeyen ve süren yanına vuruyor. Parmağını hep o noktanın üzerine
koyuyor ve bastırıyor. Ozan bunu
sağlamanın peşindedir. Sağlayabildiği
sürece başarılı oluyor. Hem yerelde hem de evrenselde... Başarısını
katlayarak sürdürmek mi istiyor yine o noktayı gerçekleştirmenin peşindedir.
Yaşamın
tükenmeyen yanı durağan yanıdır.
Durağanlığı, yaşama kaynaklık etmesini engellemiyor. Belki de durağanlığından çoğalan kendine
özgülük, ilginçlik ve öznellik nitemlerini kazanıyor. Kaynak olması, bu nitemlerle birlikte tükenmezliğini
sağlıyor yaşamın belki de? Kimbilir!..
Şiirde yaşamın tükenmez yanı imgelerle gösteriliyor/gösterilebiliyor.
Onun anlatılması önemli bir
yanlışlığı getiriyor. İmge o nedenle vardır. Anlatımın şiire egemen
olması ya da yaşamın tükenmezliğinin imgelerle birlikte anlatımla belirlenmeye
çalışılmasında imge, kolaylıkla ikincil önemde
bir araç gibi kullanılıyor ve giderek, kurulmasındaki
özen yitiyor; tek renkli, sığ, kapsamsız ve oldukça soluk bir imge çıkıyor
ortaya. Bu durumun ayrımında olmayan ozan,
imgenin ikincilliğe düşmesine, en
azından kendi şiirinde ve kendi şiiriyle
yardım etmiş oluyor. O kadarla kalıyor mu
dersiniz? Hayır hayır, kalmıyor; bu durum, onu
okuyanlara da bulaşıyor. Çünkü bir tür
kolayı seçmektir bu.
İmgenin,
yaşamın tükenmezliğinin altını çizmesi, insan bilincinde iz bırakmasını sağlıyor. Bilinç, kişiliğimizi kuran bir kaynaktır. Ne
varsa, önce orda oluyor. Bilinç her şeydir!..
Yaşamın kendisi de belki onun
oluşmasına, o yolla gerçeklik kazanmasına hizmet
etmektedir.
İmge, bilincin dışında da etkisi altına alıyor/etkiliyor. İmgenin altüst
eden bir yanı var. /Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun/(C.Süreya,Üvercinka)
dizesinde ‘yüreği ellemek’ imgesi böyle
bir imgedir. İnsanı allak bullak ediyor. Hele, öyle bir anı düşlemeyi bir deneyin,
yüreğinizin ellenmesi sizi ne denli etkiliyor!..İmgenin bu çok somut olan işlevi bir yandan da yaşamı değiştiriyor.
Ona, hiç kimsenin bakmadığı bir yerden bakarak gerçekleştiriyor bunu. ‘Yüreği ellemek’
de bu durum açıkça görünüyor. Kimin yüreği ellenebilir ki yaşarken?.. Yeni bir bakıştır bu. O zaman
yaşam, bu açıdan yeniden kurulma olanağına kavuşmuş oluyor. Örneğin, /Laleliden dünyaya giden bir
tranvaydayız/ C.Süreya,Üvercinka) dizesindeki durumun doğallığı içinde birden bire çok
yeni ve parlak bir pencere açılıyor bu
imge ile. Dünya hemen değişiyor ve yeni bir dünya kuruluyor o dünyada /Sevişmek bir kere daha
yürürlüğe giriyor/(C.Süreya,Üvercinka). Salt
o dünyada değil /Bütün kara parçalarında/ Afrika dahil/(C.Süreya,Üvercinka)
yürürlükte olan yepyeni bir düzen oluşuyor.
Bu yeni kurulan düzen, ozanı,
özgürlüğün sınırlarında dolaşmaya zorluyor. O özgürleşmeyi yaşayarak
gerçekleştiriyor tüm bunları. İmge onu, sanki kanatlarının
üstüne alıyor ve bir başka ülkeye, her şeyin çok daha farklı olduğu bir başka
özgür ülkeye götürüyor. Bu ülke, bu ilişkiler,bu heyecan ve yürek
çarpıntıları yepyeni bir gerçekliğin ta kendisidir. İmge bunu sağlayabiliyor. Ve o
yolla da yaşamın tükenmezliğinin altını
birçok kez ve kalın kalın çiziyor.
İmge ile
oluşan bu dünyanın şiir olarak hiç görülmemiş yeni bir dili vardır. O dil, özgürlük alanıdır ozan için.
Özgürlüğünü duyumsamamış olsa ‘yüreğin ellenmesi’, ‘sevişmenin
yürürlüğe girmesi’ biçiminde bir
dil kurulabilir miydi? O dil, ozanın
özgürleşmesinin bir tür simgesi olarak
şiirin üstünde dalgalanmakla kalmıyor, kullanıldıkça(tabii okundukça demek
istiyorum) yeni açılımlar getiren bir dil olmayı da sürdürüyor.
Yaşamın sürekliliğini somutlaştırmak her zaman ve koşulda şiirin temel görevi
olmuş. Yaşamın tükenmezliğinin
durağanlığı yanında sürekliliği, bir süreçtir. Gelişen ve
değişen her koşulda yeni bir biçim
alıyor. Bunun paralelinde içeriğinde değişimler
gerçekleşiyor. O nedenle sürecin
her aşamasında tez+antitez+sentez yapılanması dinamizmi sağlar. Şiir okuyucusunun sürecin bu aşamalarındaki katkıları ya da sürecin bu aşamalarını ayrı ayrı
değerlendiren okuma katkıları şiirin dinamizmini artırıyor ve bu yolla
ömrünü de uzatıyor.
Diyalektik kavrayışın
şiirin tabanına koyduğu bu
işleyiş, bir yandan da önce yaşamın kavranması ve alımlanması, ardından bu kavrayış ve alımlayışın dil aracılığı ile dışavurumu demek olan
metin yoluyla şiirin, dünyayı değiştirme ve yenileme işlevini de dinamik bir
biçimde yaşatmaktadır. Eğer, şiirin
tabanına böyle bu işleyiş konulamamışsa yaşamın
sürekliliği vurgulanamayacak
demektir. Çünkü ne tezden ne antitezden ne de sentezden söz edebilirsiniz; öyle bir
işleyiş konmuş değildir ki şiirin tabanına!.. Ayrıca, değişimin gerçekleştirilmesinden,yeni
gerçeklikten....falan da söz edilemez.
Çünkü değişimi gerçekleştirecek işlev şiirin tabanına yerleştirilmiş
değildir. Böylece şiir devrimci olmak kimliğini yitirmiş olacaktır. Özgürlük alanı olmaktan da
çıkmıştır artık o. Belki bir yineleme olarak vardır/durmaktadır
Yaşamın tükenmezliği ile sürekliliğini vurgulamak,
sanatın (ve tabii şiirin) evrenselliğe uzatılmış
kollarıdır. Şiir, her zaman ve yerde bu iki noktaya
yaptığı özenli vurgularla
evrenselliği yakalamanın peşinde olmak zorundadır. Yerelden evrensele....söyleminin
geçerken, içerik olarak sırtlanmak zorunda olduğu yük de budur.
Şiir
yaşamla bağını, yaşamın bu iki nitemine sürekli ve derin vurgulamalar yaparak kurarken, onu okuyucusuna da sevdiriyor. Yaşamı
güzelleştirerek, yenileyerek, değiştirerek dışa
vururken yanında sunduğu yenileme,değiştirme işlevleriyle
devrimci potansiyelini de göstermektedir.
O,
yaşamın yürüyüşüne değil, herkesin mutlu
olmasını engelleyen yanlarına karşıdır.
Şiir bir uyum/uyuşum değil bir karşı çıkıştır. Ne ki o karşı çıkışın
içeriğinde yaşamın ana damarına
yapılmış önemli bir vurgu daima vardır ve olmuştur/olacaktır.
Ozanların, “yapmadıkları
şeyler üzerine konuşan.... aşırı insanlar....”
olduklarının söylenmesi ve “şair
sözü elbette yalandır” sözleriyle
anımsanmaları nedensiz midir sanıyorsunuz?
Sahi,
şiir yaşamın neresine/nesine vuruyordu ?
Tükenmezliğine
ve sürekliliğine değil mi?..
Bu sitedeki eserler yazarın izni olmadan herhangibir şekilde kopyalanamaz veya yayınlanamaz.
Yazıların her haklı saklıdır.