Hit Counter defa okundu

ŞİİR İÇİN ESKİZLER   1

 

 

muhsin şener

 

 

“filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, oysa sorun onu değiştirmektir[1] bu saptayım, felsefe ile şiir  ayrımına  bence önemli ölçüde parmak basıyor.  dünyayı değiştirme ve yeni bir dünya kurma şiirin işi.  değiştirme  algılamayla başlıyor.  algılama  diyalektik ölçüler içinde olmaktadır.. diyalektik,  değişimi  gerçekleştiriyor.. olumsuzlamanın ikinci aşamasındaki  sentez, artık yeni bir dil olarak bir kat daha değişerek gelir. o, dünyayı “öyle de “ görüp anlamak ve kavramak  olanağı bulunduğunu göstermektedir.

 

bir kez daha dönerek söylersem:

şiir bir değişim/değiştirim  işlevini üslenmiştir. o nedenledir ki okur okumaz hemen kendini teslim etmez ve her okunuşunda yeni boyutlar verir. bu onun, uzun ömürlü olmasını gerçekleştiren temel özelliktir.

 

kardan harfler için

 

betül tarıman’ın son şiir yapıtı kardan harfler. [2]

tarıman’ın yapıtını okurken  hep anımsama, nostalji kavramlarını düşündüm. öyle sanıyorum ki şiirlerinin izlekleri aile içi bireyler ile onlar arasındaki  ilişkilerden oluşuyor. onun şiirinin  ağırlık noktası  burasıdır.

 

çocukluk deneyimlerini kullanır...

“çocukluk deneyimlerine ait özel malzemeyle ilk olarak karşı karşıya gelmesi gereken..... basitçe dilin kendisidir”.[3] 

“bir yanda obsesif metafor....öte yanda çocukluk.[4]

 

bir tür dil demek olan  “ simge,  içinde insanın doğrusunun yabancılaştığı  imgesel bir figürdür.” [5]sözü edilen “imgesel”, nostaljiyle, rüya ile, geçmişle ilgili bir  figürdür. “dilbilimde eğretileme (metafor) ile düzdeğişmece (metonimi)  kavramları, bilinçdışının  temel mekanizmaları olan yer değiştirme ( bir imgenin bir başkasının yerini tutarak onu simgelemesi)  ve yoğunlaştırmaya ( birden çok imgenin birleşerek tek bir imge oluşturması) denk  düşer.” [6]

“ lacan,  dilin  doğru olan gelişmeleri simgelediğini ileri sürer” [7]

 

bu alıntıların ortak  yanı  nostalji ve anımsamalara ilişkin olmaları.

 

nostalji,  psikanalizle ilişkili bir alan. 

tarıman’ın şiirlerini psikanaliz  eleştiri ölçütleri içinde ele alabileceğimiz anlaşılıyor.

 

mavi handa bir iplikçi, bir terzi

..............

mavi handa bir kunduracı, bir oğul bir de

..............

..............

içimde alevden sayfalar

                                   /mavi han/ 23

 mavi han tarıman’ın yüreğinde alevler yakıyor...; oradaki kunduracı, terzi, oğul...onları anımsamak geçmişinin önemli ağırlığı olan  yanını kuruyor. onlarla olan mutluluğunu  unutamıyor.... unutamadıkları  ve onlarla ilişkiler  yeni bir dil olarak geliyor.

 

 

bahçeyi suyla eğitirdi ablam

                              /ablam ve uçurumlar/ 14

 

annemin kumaşı geçen yıldan

kumaşında eski bir şehir hatırası

                            /gül ağacı/ 10

 

abla ile anne aile içi bireylerin önemli figürlerinden. abla   bir eylemiyle  ortaya konuyor. anne, anne  imgesinin derinliğindekilere dek uzanan bir simgesi ve  “geçen yıl” ve ”eski.....hatıra”  kavramlarıyla verilmek isteniyor. her iki kavram da  anımsama düzeyinin içinde yer almaktadır. ablanın ve annenin  şiire böyle gelmeleri ya da konulmaları  tarıman’ın aile bireyleriyle olan ilişkilerindeki sıcaklık ve içiçeliğin en güzel örneğini oluşturuyor.

 

 tabii böyle bir yaklaşımın işaret ettiği  kimi gerçeklikleri gözden uzak tutamayız. iki şey  düşündürüyor bu ilişkiler: biri ozanın geçmiş ilişkileri ve zamanı, yaşamı unutmak istemediği. onu canlı tutmanın kendi yaşamında önemli bir ağırlığı olduğu. elinden gelmediği için o yaşamı yineleyemediği de söylenebilir.

böyle düşünmenin  eskiye bağlılığı diri tutmak gibi bir yanı tabii var. onu ne denli yadsımaya çalışsak da olmuyor/ olmayacaktır...

eskiye ve giderek her eski olana bağlılığın nostaljik ağırlığından kurtulmak gerektiğini düşünmüşümdür hep.   eskinin erdemine inanmak beni hep rahatsız etmiştir.

sonra, halen yaşanmakta olanlar çok boş ve sığ!.. denilebilir. güncel yaşamı böyle görmek de mümkündür tabii.

 

izleklerini,  geçmişten/ anımsananlardan/ unutulamayanlardan....alan bir şiirin  bir açıdan günle, yaşananla ilişkisi  uzaklarda bir yerde durmaktadır.

yaşananın  şiirleştirilmesi ya da yaşarkenki ilişkilerin şiirleştirilmesindeki zorluk mudur acaba tarıman’ı anımsamalara götüren?

ne ki derinlerde kurulmuş bulunan insansal ve evrensel ilişkileri unutmamıştır  tarıman.

 

fetüs günlüğü

 

ilyas tunç aralıksız yazıyor ve yayımlıyor.  kış bir alkış mıydı ? kül ve kopuş’tan sonra  fetüs günlüğü geldi.[8]  ilyas tunç temiz bir türkçe ile çalıştı hep. sinop, ona  sık sık akliman’a gitme olanağını her zaman verdi.  bol bol balık yeme ve kalkan ile rakı içme olanağını da bir kenara atmamalı...

 

fetüs günlüğü, izleksel açıdan ilginç bir yapıt. insan yavrusunun ana karnındaki  macerasını şiirleştirmiş tunç. yapıt otuz sekiz bölümlük bir tek şiirden oluşuyor.

bu uzun  şiirin izleksel nitemi,  onun  kurulması aşamasında  ozanını oldukça zorladığı  söylenebilir sanıyorum. çünkü    içe kapanmadan oluşturulması kolay olmayacak bir  şiirdir bu.

 

tunç,  az sözcükten oluşan yoğun dizelerin ozanı olarak bilinir.  o alanda başarılı  şiirleri vardır. fetüs günlüğü’nde de bu nitemini sürdürüyor. daha yoğun dizelerle hem de.

fetüs günlüğü’nde tunç, diyalektik bir yaklaşımı hiç elden bırakmıyor. insan yavrusunun ana karnındaki oluşumunun her aşamasında  diyalektik bir yaklaşımın sonucuna göre  kuruyor dizelerini. buna bir bakıma zorunluluk da vardır.  elle tutamadığınız  şeylerden söz edeceksiniz, boşluğa düşme olasılığınız vardır. o boşluğun içine bir kez düşerseniz çıkamayacağınızı bilmeliisiniz. tunç bu gerçeği iyi biliyor. söyledikleri hep somuttur.

 

duyduğum ilk sesi

bir sayıya imledim

bir’den sonrakiler

tartımladı evreni

kalbim! dalgın aritmetiğim!

daha başındayız işin

yitirime belleğini

                                   /4.bölüm/

 

bu dizelerde somutluk dipdiridir; ilk ses/ sayıya imlemek/ bir/ evren/ tartımlamak/ kalb/ bellek/ yitirmemek... bu kavramlar hep somuttur. ayrıca,  duyulan ilk ses hemen bir sayı haline getiriliyor. yani o ‘bir ‘ sayısı  ilk duyulan  sese ilişkindir, ordan doğmuştur;  eğer o ses olmasaydı o ‘bir’ de olmayacaktı. ardından öteki sayılar tartıma katılıyorlar. yani o ‘bir’ sayısı  ardından ikiyi, üçü, dördü..... getiriyor.  o dört üçe,  üç ikiye ve iki bire  bağlıdır.  aralarında böyle bir  diyalektik ilişki kurulmuştur.

bu düşünce biçimi adeta dayatılmış bir düşünce biçimidir. dizeler arasındaki somut ilişki ancak böyle kurulabilmiştir.

 

dönencemizde forsadır ömrümüz

 

zekeriya saka’nın  şiir yapıtının adıdır dönencemizde forsadır ömrümüz[9]. saka, öykü yapıtları bulunan bir yazar[10].   halen kapanmış bulunan kıyı’nın  yazarlarındandır.

şiirlerinde  temiz bir türkçe ile... pırıl pırıl dizelerle geliyor. yer yer  dal uçlarına değin  tırmandığı oluyor. oralardan yüreklerimize  derin acılar salıyor...serin serin sular da  serpiyor yüzlerimize ve yüreklerimize.  yurt ve toprağa bağlılığın  güzel örneklerini veriyor.

saka öykülerindeki gibi, iyi şiirlerle geliyor

 

mustafa yıldız

 

pierre bourdieu, “...biçimsel geleneği ...kuramsal olarak temellendirmek istiyorsak, bence iki tarafa yönelmemiz gerekir. simgesel biçimlere ilişkin yeni kantçı kurama ya da  daha geniş ollarak, evrensel antropolojik yapıları (örneğin karşılaştırmalı mitolojiyi) keşfetmeyi, ya da şiirsel veya  yazınsal aklın evrensel biçimlerini, dünyanın  şiirsel olarak kuruluşunun ilkesinde  yer alan tarih dışı yapıları (örneğin şiirselin, simgenin, eğretilemenin,vb. ”tözü” gibi) yakalamayı amaçlayan tüm geleneklere değinebiliriz.”[11] diyor.

bu alıntıda dikkatimizi çeken birkaç kavram var:

evrensel antropolojik yapıyı keşfetmek;

şiirsel/ yazınsal aklın evrensel biçimileri;

şiirselin/ simgenin/ eğretiilemenin vb. tözü gibi tarih dışı yapıları yakalamak;

 

evrensel anropolojik yapıyı  (örneğin karşılaştırmalı mitolojiyi)  keşfetmek:  insan bilgisi , insanı kavramak ve öğrenmek açılarından, mitlerin ve onları oluşturan öğelerin ne anlam içerdiklerini anlamak; onların neyi simgelediklerini ortaya koymak....demek oluyor.  mitlerin  hangi insansal gerçekliğin  simgesi olarak varlıklarını sürdürdüklerini  saptamak,  psikanaliz yönteminin uygulanmasına  çok benziyor.

 

şiirsel / yazınsal akıl; usun,  şiirsel biçim içinde  düşünmesi sonucunda  değişim/ değiştirimi esas alan şiir ortaya çıkıyor ve   değiştirilmiş  biçimiyle birşeyi/ birşeyleri simgeliyor... tıpkı mitlerin insansal boyutta  simgeledikleri şeyler gibi...

 

şiirselin/ imgenin/ eğretilemenin vb. tözü gibi tarih dışı yapıları yakalamak; şiirselin, simgenin, eğretilemenin neyi temsil ettiğinin  düşünülmesi, saptanması  demektir. ne ki bu temsil durumu, imgenin de eğretilemenin de şiirselin de  tıpkı mitlerin insansal boyutta simgeledikleri gibi bir işlev yüklendiklerini göstermektedir.  eğretileminin anlam yoğunlaşmasını sağladığı, düzdeğişmeceninse bir anlam ile bir başka anlamın yer değiştirmesini gerçekleştirdiği bilinmektedir.

 

bütün bu açıklamalar mitin, şiirselin, yazınsalın, simgenin, eğretilemelerin ve düzdeğişmecelerin  değiştirilmiş,  yeni  bir biçim olduğunu ve bunun psikanalizdeki  rüyanın  temsil ettiği anlamla  biçimsel açıdan aynı  şey demek olduğu açıktır.

 

bourdieu’nun “alanlar teorisi” çerçevesinde[12]  düşünüldüğünde, her alanın genel yasaları bulunduğu gerçeğiyle karşılaşılıyor. şiirsel/ yazınsal alanın da kendine özgü kuralları  var. örneğin şiirselin, bir şeyi simgeleyen bir biçim içerdiği gerçeği,  o alanın yasalarındandır. bu noktadan ilerleyerek  yıldız’ın  son yapıtındaki şiirlerine bakabiliriz:

 

fotoğraflarda ölü kuşlar adlı son şiir yapıtında  yıldız, birinci yeni’nin  süreği olarak görünüyor.  okur okumaz kendini  teslim eden bir şiiri var onun.

öte yandan, şiirlerinin tümünde bir şey söylemek, anlatmak  gereksinimi duyuyor, istiyor.  bunu kimi kez bağırarak,  çoğunca da sessizce yapıyor.

anlamsal bozmaya hiç yüz vermiyor. alt alta dizdiği sözcükleri yanyana yazarak, düz tümcelerle  söylemek isterseniz şiirideki sözcüklerin dışında hiçbir sözcüğe gereksiniminiz olmayacaktır.

yeni ve mustafa yıldız’a ilişkin bir şiir dili olarak benimsenebilecek   midir bu yapıttaki dil, kuşkuluyum?

 

“alanlar teorisi “bağlamında  yıldız’ın ‘halk için’ yazdığı, onlara bir şeyler söylemek istediği  anlaşılıyor.  halkın acıları ve sorunları çerçevesinde yazmayı seçince,  amaca uygun olarak bu kez söylenenlerin hemen  anlaşılması  zorunluluğu dayatıyor.  bu zorunluluk onu açık seçik yazmaya götürüyor sanıyorum.  ne var ki  yöntemi,  salt göstermekten, bir tür öğretmekten öte gitmiyor.  çünkü önemli olan değiştirmek, yenilemek,  yenilenmektir;  o sağlanamıyor.  salt söylenmekle, işaret edilmekle kalınıyor. o zaman da   şiirselin  simgelediği şeyin/ şeylerin temelini  oluşturan  değişim/ değiştirim gerçekleşmiş olmuyor.  tabii şiir de görevini yapamıyor.

‘açık seçiklik’ içinde mustafa yıldız, seslendiği kitleyi buradan  alıp öte yana koyamıyor. çünkü şiiri,  salt iletiyi taşıyor o kadar!.  kitlenin  o iletinin  elde edilmesi için gerekli çabayı göstermesi gerekmiyor.  bu durum okuyan üzerinde  bir eylem oluşturmak üzere etkin olmuyor/ olamıyor.  boş, ne ki parlak lafları çok önemseyen, kullanmaktan sonsuz  tadlar  alan  kitlelerde  bu durum daha çok yaşanabiliyor.  

                                                                                                                                                   

artık şiiri bulmak çok zorlaştı!...

 

“on iki dev adam!”  sözlerinin yinelenmesinden  oluşan bir slogan dillerde dolaşıyor. salt imaja, görüntüye, sese  yönelik bir sav söz!..

böyle bir dil,  imaj çağının dayatması!..

bu dil yaygınlaştığında  konuşmada,  yazında,  basında....kullanılacak olan dil,  salt slogan ağırlıklı ve  küçük sözcüklerden oluşan küçük küçük ünlem tümceleriyle örülü bir dil olacak...bu dilin bir başka yanı da özellikle ingilizce her türlü  sözcüğü içinde barındıracak  olması...türkçe, ingilizce, almanca, fransızca sözcüklerle bir çorba dil!...

o dilin “araçsal” bir dil olarak hizmet gördüğünü söyleyenler de sanırım az olmayacak. çünkü kültürden  gereği gibi nasiplenmemişliğin  ortamında böyle bir dil,  o ortamı kullananların işini görmek için yetecek.   oysa dilin işlevi salt  anlaşma değil ki.  dili buna indirgediğinizde  yazın yok olacak. bilim de...

imaj herşedir diyenlerin  dilidir bu.

imajı kudurtacak bir dil!..

yetmiyor mu? denecektir!...

tabii yetmiyor/ yetmeyecek!.. çünkü dil bir derinliktir. 

dile derinliği,  slogan sıkması,  asla sağlayamayacak !...

hele şiir, böyle bir dil ile çok zor bulunabilecek!...

şimdilerde   bu kısırlık kol geziyor!..

artık şiiri bulmak ne denli  zorlaştı!..

 

 

 

 

 

 

 

 


 

[1]  f. engels, ludwig feuerbach ve klasik alman felsefesinin sonu, çev.s.belli, sol y.,s.64

[2]  b.tarıman, kardan harfler, şiirler, hera şiir y., ist. 2000.

ozanın önceki şiir yapıtları üzgündü kırlar,  ay soloları adlarını  taşıyor.

 

[3]   s.murat tura, freud’dan lacan’a psikanaliz, ayrıntı y., ikinci baskı,ist. 1996,s. 208

[4]  agy. s.208

[5]  agy.s. 220

[6]  anabritannıca, 14.cilt, s.225

[7]  agy. s.225

 

 

 

[8]  ilyas tunç, fetüs günlüğü, şiirler, pervaz y., ank. 2002

 

[9]  zekeriya saka, dönencemizde forsadır ömrümüz, şiirler, kendi y., trabzon, 2001

[10]  adı kalsın 1966, parmak düşleri 2001 öykü yapıtlarıdır zekeriya saka’nın.

[11]  pierre boudieu, pratik nedenler,  çev.hülya tufan,kesit y.,ist. 1995,s.63

[12]   p.bourdieu, sanatın kuralları, çev.n.kamil sevil, yky., s.279-426   ve toplumbilim sorunları, türkçesi: ışık ergüden, kesit y.,ist. 1997,s. 103 ve ötesi.

 

 

ANA SAYFA    YORUM    GERİ

Bu sitedeki eserler yazarın izni olmadan herhangibir şekilde kopyalanamaz veya yayınlanamaz.

Yazıların her haklı saklıdır.