Hit Counter defa okundu

ŞİİR İÇİN ESKİZLER 3

 

muhsin şener

 

yazın’ın dinamizmi dergi sayfalarındadır.

o dinamizmin gücü şiirlerdir.

ocak/şubat 2003’ün kimi dergilerinde yayımlanan şiirleri bu açıdan  gözden geçirmek istiyorum.

 

varlık şubat 2003’ün  dikkat çeken ozanları şükrü erbaş, i.uyaroğlu, metin güven, deniz durukan, filiz özdem ve emel güz oldu.

 

erbaş,”yalnızlık heceleri” başlıklı  dört bölümlü şiirinde,  oldukça yoğun!

ilk bölüm gazel biçimi  öykünmüş görünüyor; biçimi ve sesiyle...

geleneksel biçimlere yaslanmanın mutlaka bir aksayan yanı olacaktır/ vardır. bu gerçek bilinirken neden gelenekten yana olunur? biçim ile özün, karşıtlığının biçimle özü belirlemelerini önleyemezsiniz. geleneksel biçim içinde, öz de eskilere uzanmaktadır.

 

parmak uçlarının rüzgarı/alın kırışıklıklarına sürülmüş yalnızlıklar/ kalbin sığınmağa yarayan ilk karı/turkunun siyah açan geçkin baharı/....vb  altın gibi değerli  söz gruplarını, eskimiş biçimler  içine doldurmanın nasıl bir yarar sağlayacağı düşünülmüştür  acaba?...

 

ayrılık yalnızlığının anımsattığı sevişmeler/yaşlılar,yaşlılıklar...dili çok yeni ve değişik bir biçim içinde kullanarak  geliyor erbaş.

annem kadınlar mezarı/uzun bir erkekten geriye kalan/,/birer yaşama tabutu sevgimiz/ dizeleri  gerçekten çok güçlü bir söyleyişi getiriyor.

 

rahmetli uyaroğlu,“ne de çabuk geçti yıllar” başlıklı şiirinde,  anılarındaki sevgililerle olan maceralarını işlenmiş. pek kısa olmayan bu şiirde hem bir bütünlük hem de  şiirsel  tavır çok belirgindir. okuyucuyu hemen sarıveren bir atmosferi var metnin. bu atmosfer sözcüklerin seçimiyle onların birbirine bağlanmasından doğuyor. ilk sözcükten salıverdiği su, son sözcüğe değin hiç görünmeden ne ki alttan alta akıp gidiyor. o su var ya o su, şiirin tümünündeki bütünlüğü de kuruyor.

bu şiire benzeyen şiirler artık çok az. hemen hemen yok gibi. duygu ile düşünceyi bir arada ve dengede tutabilmek önemliydi eskidenn. şimdi de önemli şiirde; ne ki  uyan yok. varlık, “okura göre yazmak mı?” diye soruyor. soruyor ama, okura göre yazılıdığını bile bile soruyor. yazılan, okuru bir yerden alıp bir yere çıkarmıyor; onu yüceltmiyor. yükseltmek/yüceltmek  isteyen tepki alıyor. bu, çok önemli.

metin güven, ”karınca”  şiiriyle çok ilginç imgeler  sergiliyor okura.

kız........../klavuz bir gemiden morsalkım sulara/atlayan çoban püskülüne benziyor/, /keyfiyetli bir mirastan mahrum bırakıldığı /için kömür beyazı karlarda yaşayan küçük/bir kedi gibi esrarlı ve bitkin/, /onu abartılmış insanlar ve tarih/ilgilendirmiyor./

bu dizeler, üzerinde çalışılmış dizelerdir. yeni bir şiir dili kuruluyor; o çaba görünüyor. insanlar ve tarih ilgilendirmiyor onu. “abartılmış” sıfatının  dizedeki yeri, o denli önemli değildir. bulunmasa da olurdu. ne ki  çıkış,  kalın  birey çizgisine doğrudur. nitekim /sadece zamanın seyrelmiş ve/unutulmuş minik gölgelerinde uyuklayan/bir kaplumbağanın düşlerinde yaşayan /kumral bir karınca olmak istiyor/  bu düşünce,bu dizelerle  doğrulanmaktadır.

şiire çağdaş bir özün egemen olduğu anlaşılıyor.

bir şey daha koymuş metne güven, okundukça yeni boyutlara ulaşıyorsunuz. bu, şiiri  katlandıran bir nitem olarak geliyor.

güveni izlemeyi sürdüreceğim.

 

deniz durukan, “aşşşk “diye yazmış!..

somut bir sevgiden söz ediyor ve konuşuyor ayla ile. şiir, sevgililer günü için yazılmış sanki.

metnin tümlünde bir acemi  söyleyiş egemenmiş izlenimi alıyorsunuz. bu seçim, sözü istenilen yöne götürmeyi yasallaştırıyor. durukan oluşturduğu böyle bir ortamdan yararlanıyor ki deme gitsin!..

/üşüyor şimdi tüm eşyalar ama korkma/, /koca dolabın içinde asılı tek bir ceket gibiyim/, /güneş nasıl doğuyor her sabah yorulmadan ayla!/, /bu şehir yokuş yukarı uzuyor ayla!/, /kaldır eteğini ayla!/, /ayla,bazen atlamak istiyorum aşağıya.../ gibi dizeler  yan yana, alt alta yer alıyor metinde.

aşkın şaşkınlığı, bu dizelere, derinine  işlemiştir.

durukan o duyguyu veriyor.

 

filiz özdem, ”giz/li defter’den” başlıklı şiirinde açıktan felsefe yapıyor. felsefe yaparken  yeni bir dil de kuruyor. şiir de galiba, böyle kuruluyor.

filiz özdem’in bu şiiri  varlık’taki şiirlerin içinde tek örnek. düşünceyi işleyen, duygu yanı yer yer söz ve söz gruplarının arasına sızmış. ne ki asıl olan  düşünce. böyle metinleri şiir olarak okutmak zordur. ozanının bu zorluğu aşması gerekiyor. özdem ‘in de böyle bir zorluğu vardır ve  onu aştığını  söyleyemeyeceğim. şiirin kurulmasında sözcüklerin seçimi ve yerleştirilmesi  aşamasında bu zorluğun ayrımında olunmalı...zorluğun giderilme yeri de orasıdır.  

 

emel güz,”arkadaşlık” başlıklı şiirinde, yine  derinlerden  sesleniyor. emel,hep yoğun bir dil kullanıyor. üzerinde çalışılmış bir dil; özellikle  kurmacalığı sağlanmış bir dil bu. sözcüklerin yeni  yüklerle yola çıkmaları  gerçekleştirilmeğe çalışılmış.

 

güz’ün şiirinde hep bir giz  oldu. o gizin ayrımına varmadan şiirine ulaşılamıyor. yüzey yapı ile derin yapı arasında  gidip gelmelisiniz.  ozanın  seçtiği dil şiirine yeni ve derin bir anlamsallık yüklüyor. şiirideki bu anlamsal boyutun, estetik  kurmada ötelenemez katkıları oluyor.....akşam/ ten de hoyrat ben şiddete dokundukça// ıslak caddenin ortasında duvar/yazılırım kabuğuma bir yara olarak/...... kimi bireyin derinlerinden ses getirir, kimi  başka alanlardan...ne ki bu ses her okunuşta yeni bir renk kazanarak kulağınıza çalınır.

emel’in özellikle şiir dili önemsenmeli...

 

enis akın, “tören “şiiriyle geliyor kavram/karmaşa’da.

/yıllar sonra (gözlerini yuma yuma) ağladın/bunun bir şeyleri değiştirmesini uma uma ağladın/’na beyaz manto’daki  /ben olmasaydım yine de sever miydin beni?[1]den çıkarak...

yoğun bir izlek ağırlığı taşıyor şiiri akın’ın. izleğe yaslanmadan şiir  kuramıyor anlaşılan. şiiri cıvıl cıvıl. ne demektir cıvıl cıvıl şiir? izleği  kapkalın altta duran/tutulan/görünen ne ki hep yeni bir söyleyişe yaslanarak  konuşan bir şiir.

öznesi belli bir şiir. canlılığı,  her an değişik bir özneye gidebilmekten geliyor.

 

ataman avdan’ın, “su birikintisi” başlıklı bir şiiri var kavram/karmaşa’da.

kısa dizeleri beğeniyor ataman.

en az sözcükle diyeceğini adamakıllı diyebiliyor. diyeceklerinin,sakın onu yönlendirdiği anlaşılmasın bu sözlerden. onun derdi, ”nasıl diyeceği”ndedir.

ataman, doğayı orman olarak da ağaç olarak da her dizede yeniden keşfediyor sanki.

ay’da[2], o iki yaprak, dört sayfacık yerde neler yapıyor, neler!..

polemikalar/aforizmalar ve içlerinde yoğun eleştiriler... kırıtıntılar halinde bile olsa yapılabiliyor bunlar ve etkili sözlerle hem de.

ve tabii şiirler, şiirler, şiirler...

iyi seçilmiş şiirlerdir bunlar.

şubat 2003 sayısında osman serhat ,özcan yalım, m.s.kırımlı, polat onat, hüseyin yurttaş, hasan güneş, neruda, adnan törün ve ataman var. şiirlerin hepsi iyi düzeyde. melih cevdet’ten alınmış “şiir dili” başlıklı bir deneme de var dergide. kimi düşüncelerin  yanında olmam olası değil.

melih cevdet : “yapısalcılık,şiirin yapısal özelliklerini farketmemiş olan okura,beğenisinin ölçütlerini veremez” diyor.

niye veremesin?..

 

platon “şiirin şaşırtıcı olması”ndan; huizinga ”şaşırtıcı” lığın “ şiirsel işlev” gördüğünden söz ederler.[3]

 

m.cevdet: “şiir dilinin bir ozanda başarılı olup olmadığını gösteren ölçüt yoktur elimizde” derken;

semantik bozmayı,[4]

onu gerçekleştirirken dilbilimin verilerini kullanmayı,

diyalektiğe yaslanmayı [5]unutmuş görünüyor.

bu ölçütlere uyularak “taşın içindeki yonut” ortaya çıkarılabiliyor oysa!..

 

kavram/karmaşa’nın ozanlarından biri de aziz kemal hızıroğlu.

bir koridor şiiri daha ve tabii ozanı... öznesi ortada bir şiirdir hızıroğlu’nun şiiri. hem de kişilerdir özneler. bu durumun şiire yüklediği yoğunluklar yok değil. insan hep dipdiri duruyor orda, şiirde. hızıroğlu bu damarı yitirmemeli bence.  öznesiz şiir olur mu ? tabii olur. ne ki  onun bu şiirde izlediği yol en iyisi. bu yolu  pekiştirmeli.

 

ilyas tunç, kavram/karmaşa’da “butimar” başlıklı bir şiirle vardır.

şiirine, öyle serpiştirmiş ki sözcükleri  kumsala/.../tasa/.../uykusunda/.../yasa/.../olmasa/  şiirin öteki dizeleri arasında  koparılamayacak birer bağ/kilit olmuşlar.  ses olarak da şiire bir ayrı  renk veriyorlar.

ilyas, o kısa dize seçimini  sürdürüyor. iyi de ediyor. bu yolla  yoğunluğun en yücesini koyuyor şiirine.

/şu yeryüzü tüneğinide/bitkin kanatlarımı bırakacak/kuytu bir yerim olsa da olur/olmasa da/ dizelerindeki  yüzeysel yapının  kurulmasındaki ustalık  bizi, derin yapıda  ne  denli sarıp sarmalıyor biliyor musunuz?

kalemine, beynine sağlık ilyas!..

 

ahmet günbaş, kavram/karmaşa’nın vazgeçemediği ozanı. “tinerci”  başlıklı şiirde bir sosyal yara  deşiliyor ya, şiirden hiçbir ödün verilmiyor. bu önemlidir. toplumsalın/toplumculuğun  işlenmesi, ona dönülmesi gibi  düşüncelerin yanıbaşıında olan bir şiiridir bu şiir.

/dudağında bir şarkının izmariti/yanar söner yanar söner yanar/söner/isiyle oyalanır gün boyu/döner döner külünü eler/yalıtkan bir yalnızlığa bırakır yerini/ dizeleriyle bireyin iç yaşamını yetke ile girer.

ahmet’i herşeyden yakınan bir şiirle görüyoruz çoğunca. yaşamın, ona dayattığıdır bu sanıyorum. doğru bir yaklaşımdır bu. d

o düşünceyi işliyor  şiirlerinde.

onun şiiri tüm yapıtlarında sanki “artık şiir yok,artık şiir yazılmıyor”” diyenlere bir yanıt gibidir.

o tüm yapıtlarında tek bir şiirii yazmayı sürdürüüyor. yapıtlarında bu şiirin kimi başını, kimi ortasını kimi de sonunu yazıyor. ahmet’i aşkta yoğunlaşmış olarak görüyoruz. yapıtlarının yarısı aşkı ele alıyor.

ikililerle kurduğu şiirleri çok çok iyi!

galiba günbaş’ın  bu biçimi seçmesi ve onda derinleşmesi gerekiyor. bu saptayımı kulak ardı etmemesini dilerim. rehin, sokak, şiir, sırılsıklam, fenersiz[6] bunun en güzel örnekleri.

 

/toz duman bir kahraman/,

/öyle sürüklenmiştim köklerimden/,

/ dalbudak içimdesin/,

/ansızın bir tren kalkar masamızdan/en güzel zamanı peşine takar/,

/o ses koğuşların pasını sildi/,

/saldım cıvıltılarını kuşevimin/,

/siz ısındıkça zonguldak üşür/,

/çilingir gülüşler dağılmış oraya buraya/,

/bir kahır, bir duman nereden baksan/,

/zonguldak denince asi bir çığlık/bütün sirenleri peşine takar/

 

dizeleri gerçekten hep/her zaman/her yerde anımsanacak dizeler.

şiir yüklü dizeler...böyle bir bolluk içindedir günbaş!...

 

fettah köleli, attila ilhan’ı anlatıyor “attila ilhan’ı okumak” başlıklı şiirinde kavram/karmaşa’da.

hem de hiç yanlışsız!...

attili ilhan , bir sağcıdır, bir solcudur, bir atatürkçüdür, bir batıcıdır, bir doğucudur, bir milleyetçidir, bir devrimcidir ve bir, bir,bir, ....

nasıl olur?... demeyiniz.

ne yazık ki öyledir.... köleli, bunu anlatıyor şiirinde. bir belgesel gibi şiiri köleli’nin.

söylediklerini unutmamalı; bunda yarar görüyorum.

 

ergül çetin, edebiyat ve eleştiri’de “nureyev” adlı şiirle dikkat çekiyor.

 

uzun bir şiir nureyev. özellikle son bölümü ilginç!. bu bölüm ikililerle oluşturulmuştur. bu ne geleneksele özenmek ne de gelenekselin etkisinde olmak anlamınadır. ergül,  bu geleneksel biçime yepyeni bir öz vermiş ve  önemli bir iş yapmıştır.

/ışıklı kentleri kovalayıp durdu  yaralı yorgun yüreği yine de/kentler mi onu kovaaladı o mu kentleri belli değilidi pek//ne zaman kenarından geçerken sokulsa şehirlere /ikiyüzlülük,para,ticaret,sevgisizlik,içtensizlik,ağı./ dizeleri  bu bölümün neyi, nasıl ortaya koyduğunu açıkça gösteriyor. ergül, yeni bir ruh veriyor bu geleneksel biçime.

 

öte yandan  nureyev’in içinde yaşadığı  trajiği göstermek  istiyor ergül. ikiyüzlülük, ağı, içtensizlik vb. vb...ile çevrili bir dünyadır onun dünyası. o dünya, bir  ünlü dünyasıdır ve  para ve şöhretle çevrilmiş bir dünyadır sonunda. ondan, başka bir şey beklemek yanlış olacaktır. ergül bu gerçeğin altını çiziyor.

 

şiirini bu son bölümü,  ergül’ün  “ne dediği”ni çok somut olarak gösteriyor. dedikleri nureyev’in sorunlarıdır. onların ne bireyle ne de toplumsalla bire bir ilişkisi var.

ozan, şiirin “ne dediği”ne  değil “nasıl dediği”ne hiç bakmamıştır!...

ergül hep öte yanı seçmiş ve onun yanında durmuştur.

şiir yitirmiş oluyor yine!...

 

metin cengiz, “savaş” başlıklı  şiiriyle edebiyat ve eleştiri’de  öne çıkıyor.

elveda çocukluk aşkım/elveda çocukluğum//merhaba tanrı/ diye bitirmiş şiirini.

savaş ne çocukluk aşkını, ne sevgiyi, sevdalıyı ne de çocukluğunu bırakıyor. ona, bir tek şey anımsatıyor: tanrı ve tabii ölüm!...

bunları söylerken  etkili bir dil oluşturuyor. iyi bir şiirdir savaş!...

 

salih bolat, “safağın yolu” başlıklı şiirle yer alıyor edebiyat eleştiri’de.

şiirin yüzey yapısı  bambaşka yerlerden ses getiriyor. somut şeyler sayılıyor birer birer; hatta betimleniyor...

derin yapıda, savaş  sırıtıyor öyle bir kenardan. şafağın yolu açılmıştır. gitmekle gitimemek arasında bir yerdedir tüm  çevremizdekiler. kimi doğrudan, kimi  biraz düşünerek, kimi de  seçme aşamasındadır ya hepsi de gideceklerdir; bu belli oluyor. çünkü /kapı açılıyor/.

 

bolat, şiirsel söyleyişiyle dikkati çekiyor.

bir yığma biçem seçmiş bulunuyor.

ilk bölüm öyle kurulmuştur. ikinci bölümde  bu biçem sürüyor. nilüferler, pencereden sarkan perde, kızın gözleri, sokaktaki tenhalık, ayna, mum, şamdan; ay, tarla kuşu, kapı, kılıç, çiğ, ardardına  yola çıkmağa hazırlanıyorlar...

 

bolat ilginç bir yöntem seçmiş bulunuyor.

iyi kurulmuş bir şiirdir “şafağın yolu”.

 

Bataılle  hep elimin altındadır.

Erotizmle şiir arasındaki ilişki  önemli görünüyor. Çünkü erotizmin şiirde ölçüsü  çoğunca kaçıyor. Konuyu tam bu noktada biraz derinleştirelim:

 

erotizmi ve şiirle ilişkisini  nedir?...

 

Erotizm:kösnüllük, erosçuluk; cinsel duygu ve isteklerine çok düşkün olma; Erotik: aşkla ilgili olan, aşkı anlatan, kösnül; şehevi; Erotik şiir: cinsel aşkla, cinsiyetle ilişkili olan demektir( Türkçe Sözlük, TDK y., Ankara, 1989, 1.cilt,yeni baskı, s.464)

 

Bataılle’ın erotizme ilişkin  tanımlamalarından kimilerini aşağıya alıyorum:

 

Erotizm, insan bilincinde varlığı somutlaşan bir olgudur(s.35). Cinsel faaliyet hayvansal ve ilkel olmadığı sürece  erotiktir(s.35). Erotizmde özne, kaybolan sanki yiten özne ile özdeşleşir(s.36). Erotizm,bedensel bir deneyimdir ve dinle olmadığında /kabul edilemediğinde  dinsel pratik tam olamaz(s. 40). Erotizmi,içimizdeki varlığın  eylemi olarak ele almalıyız(s. 42). Erotizm, onu yapan kişiden, yasağa karşı duyarlı olmasını ister ve korku  ile yoğun zevki birbirine  bağlayan dinsel duyarlıktır (s.43)[7]

 

 

Şiir bir yeni dildir. O dil bir semantik deformasyon yapılarak kurulmalıdır. Bu sözcükler öyle bir deformasyon da gerçekleştirmiş değildirler. Tam aksine yüzeysel anlamlarında direnerek deformasyona adeta karşı  çıkmaktadırlar.

 

Baudelaire, leş adlı şiirinde,  leşin görüntüsünü ve çevresine etkilerini anlatmış ne ki  bu sözcüklerin şiirdeki yeri  ve çıplaklığı gibi bir ortam yaratılmamıştır.

 

Bataılle, cinsel etkinliğin, hayvanların cinsel etkinliğini  aşması halinde erotizmin gerçekleşeceğini söyler.

 

Şiir bir yeni dildir. O dil bir semantik deformasyon yapılarak kurulmalıdır.

 

Bataılle, cinsel etkinliğin, hayvanların cinsel etkinliğini  aşması halinde erotizmin gerçekleşeceğini söyler.

 

 

Ayrıca, insansal cinsel etkinliğin,  hayvansal basitlikten  ayrıldığını; bu etkinliğin aslında  yasağa karşı gelmek  demek olduğunu (s.117)’da ekliyor Bataılle.

 

Dergilerin kimilerinde, çeşitli biçimlerde ve içeriklerde  erotizmi işleyen şiirler var.  ne yazık ki bu şiirlerin hiçbirinde erotizm,  bataılle’ın tanımladığı  anlamda değerlendirilememiştir.

Erotizmin insancı yanına işaret eden bataılle, bu yapıdaki bir özün sanatta çok kolayca benimsenebileceğini de göstermişti.

Erotizm konusunun sanatın bütün alanlarında  kolayca kullanılabileceği ve  kolayca istismar edilebildiği ise bilinen ve yaşanan bir gerçekliktir. Bunu   söylemek zorundayım.  

 

Erotizmin özellikle şiirde,   bataılle çizgisinde tutulmasının, şiire katkı sağlayacağı unutulmamalı.

                                     

Geleneksel şiirimizde  erotizm içinde ele alınabilecek çok sayıda  ürün vardır. bu ürünlerle ilgili yapıtlar da yayımlanmıştır.[8] 

“sapık sevgi” olarak  adlandırılabilicek  alana ilişkin Divan şiirleri,  şiirsel özü özenle  korumaya özel önem ve ağırlık vermişlerdir.

 

Öte yandan, erotizm konusunda  bataılle’ın işaret ettiği ölçüler  sanki  15.,16.yy’llarda osmanlı’nın geleneksel ozanları arasında  bile  söz konusu olmuştur.

bu, şiire olan saygıdan olmalıdır.

Edep ölçülerini  yitirmemeğe özel önem vermişlerdir.

Bu durumun geleneksel bir miras olarak sürmesinde yarar olduğunu düşünüyorum ben.

 

                                                          


 

[1] beyaz manto dergisi,11.sayı,  enis akın’ın sevgilim sen bir dinsizsin adlı şiirinden...

[2] ay dergisi,ataman avdan’ın izmir çiğli’de tek başına çıkardığı,iki yaprak  okkalı dergisi...(atamanav@hotmail.com)

[3] j.huizinga, homo ludens,ayrıntı y.,s.177,176

[4] ö.ince, söz ve yazı, telos y.,s.102 ve 132-139 ve t.tordorov, yazın kuramı, yky.,s.14

[5] u.eco,açık yapıt, kabalcı y., s.36.

[6]ahmet günbaş,aşk boyu sürgün,bilgi y.,s.38,42,47,68,72

[7] g.bataılle, erotizm, çev.: m.m.yakupoğlu, onur y.,ank. 1993

[8] i..eyüpoğlu,divan şiirinde sapık sevgi, okat y.,ist.1966

 

 

ANA SAYFA    YORUM    GERİ

Bu sitedeki eserler yazarın izni olmadan herhangibir şekilde kopyalanamaz veya yayınlanamaz.

Yazıların her haklı saklıdır.